“Yalnızlığımın yalnız bana zararı dokundu.” Yazıma Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken romanındaki bu cümle ile başlamak istiyorum. Bir birey düşünelim, yalnızlığın onu tanrı katına yükselttiğine inanan, yalnızlığın olumsuz bir duygu olduğunu savunan herkesin karşısında duran bir birey. Hayatının son bir ayına kadar hayatına romantik anlamda hiçbir birey girmemiş ve yalnızlığa alışmış bir birey. Böyle bir insana aşktan bahsedebilir misiniz? Sevgililer gününün bir anlamı olduğuna onu inandırabilir misiniz? Tabiki ikisini de yapabiliriz. Sevgi veya aşk sadece karşı cinse duyulan romantik bir şey değildir. Kimimiz beslediği evcil hayvanını birçok insana tercih eder, kimimiz yaptığı işe karşı büyük bir aşk duyarken kimimiz ilahi bir aşk duyabilir. Aşk veya sevgi tek boyuta indirgenip sadece karşı cins üzerinden düşünülecek kadar basit bir kavram değildir bence. Bu yüzden insanlar aşkla ilgili düşüncelerini değiştirmeli.
Gelişim açısından baktığımızda elbette insanın kendini gerçekleştirmesi için başka insanlara ihtiyacı vardır. Ait olma ihtiyacı yalnız başına sinemaya giderek karşılanmaz. İnsan diğer insanlara muhtaç yaşar. Toplumlar, medeniyetler bu yüzden kurulmuştur zaten. Kalbinin hızlı hızlı çarpmasını yaşadığı adrenaline, yüzünün kızarmasını utanca, midesinin ağrımasını üşütmeye bağlayan bir kişi aşık olduğunun farkına nasıl varabilir? Varması imkansız gibi gözüküyor. Belki de aşkı anlayamadığı için yorumlayamıyor. Belki de uzun yıllar aşkın ne olduğunu bilmediği için bu kadar uzak durmuştur bir romantik ilişkiden. Çevresindeki uyaranları hep farklı yorumlamıştır. Oysa aşk onu yanlış yorumlama ihtimalimiz olduğu kadar uzun bir sürede gelişmez. Bir anlık bir şeye kapılırız ve kapıldığımız şeyin ne olduğunu bile bilmeyiz. Bireyi aşk veya sevgi olmasa yarına iten güç nedir? Muhtemelen cevabımız merak ya da umut olurdu. Umutların keşfedilmemiş hayal kırıklığı olduğuna dair birçok görüş de bulunmaktadır ve merak tek taraflıdır bence, sonsuza kadar motive edemez insanı yarın için, karşılıklı ya da karşılıksız olan aşk veya sevginin insanı sonsuzluğa kadar motive edebilecek tek şey düşünüyorum.
Interstellar filminde “Zamanı ve mekanı aşabilen tek şey sevgidir.” repliği geçiyordu. Sevginin bizi bu denli motive etmesinin sebebini de buna bağlıyorum. Sevdiğimiz zaman her şeyden soyutlanırız. Sadece sevdiğimiz şey, sevdiğimiz kişi ve biz kalırız orada. Bize neyi nasıl hissettirdiği ve hissettiklerimiz… En sevdiğimiz anları düşünelim; o an nasıl hissettiğimizi ve ne hissettiğimizi, yanımızda kimler olduğunu çok iyi hatırlayabiliriz. Hatta çoğu zaman o an yanımızdaki insanları detaylarıyla hatırlarız ama mekanla ve zamanın nasıl geçtiği ile ilgili hiçbir detay yoktur elimizde. Mekân soyutlaşmış, zaman akıp gitmiştir biz fark etmeden. Ben bu sevgi dolu anlarımı yalnız anlarımla karşılaştırdığımda ise elimde acı sonuçlar oluşuyor. Yalnızken sanki zaman duruyor, her şeyi daha iyi algılıyorum ama zamanın içinde sevgi olmuyor. Olsa da bu sevgi ya kendime ya müziklere ya odaklandığım bir işe ya da bir başka canlıya oluyor. Canlı tanımına insanı almayalım çünkü o zaman adı yalnızlık olmuyor. Günümüzde çoğu insanın kalabalık içinde yalnız olduğunu varsayarsak bu denli hızlı akan zamanı yalnız kalıp birazcık da olsa yavaşlatmak çok iyi değil midir? Zaman bu kadar hızlı akarken dönüp bir süre kendimize odaklanmak. Kendimizle konuşup kendi sesimizi dinlemek belki de yalnızlığın bize kattığı en önemli şeylerden biridir
Hem yalnızlığı hem romantik ilişkileri öven bir yazının sonunu nasıl bağlamalıyım diye düşünürken aklıma bir seçim yapma zorunluğumuzun olmadığı geldi. Çoğu zaman hepimiz siyah ve beyaz arasında kaldığımızda ikisinden birini seçmek zorunda hissediyoruz kendimizi ama burada yalnızlığın siyah mı yoksa beyaz mı olduğunu belirleyecek anlamı ona yükleyen de biziz, bu seçimi mümkün kılan da… İstersek bu ikileme seçim yapmadan da devam edebileceğimiz düşünüyorum. Bir insanın romantik ilişkisi olduğunda da yalnız kalabileceğini, romantik ilişkinin şartlarından birinin yalnızlığı kapıda bırakmak olmadığını düşünüyorum. İnsanlık sadece 4 ana rengi seçecek olsaydı ara renkler karışıp nasıl türeyeceti ki? Gri belirsizdir bazen ama belirsizliğin de güzel olduğu zamanlar olur. Her zaman çok net olan bir yaşamın da senaryodan bir farkı kalmaz. Burada önemli olan kendi senaryomuzu kendi tarzımızla yazabilmemizdir.
Yalnızlığın ya da romantik ilişkinin 14 Şubat için bir ön şart olmadığını, herkesin anlamı giderek içselleştirilen bu günü herkesin kendi istediği gibi kutlaması gerektiğini düşünüyorum. Tüm yalnızlar ve partneri olanlar için bu 14 Şubat’ın onlar adına diğerlerinden farklı ve anlamlı geçmesini diliyorum. Zira iki türlü de bu günün anlamı bilinebilir
– Aykut SEVİK (Organizasyon Birim Sorumlusu)