ŞİDDET KAVRAMI VE TANIMI
Şiddet, bir kişi veya grubun yine başka bir kişi veya grup üzerinde uyguladığı, güç ve kontrol mekanizması olarak tanımlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü ise şiddeti, 1996 yılında yayımladığı “Şiddet ve Sağlık Dünya Raporu” adlı raporunda ” Birinin kendisine, karşısındaki kişiye, gruba veya topluma karşı yaralanma, ölüm, psikolojik zarar yahut ölümle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan fiziksel güç ya da zorlama uygulaması veya tehdidinde bulunması” olarak tanımlamıştır. Şiddet, insanlık tarihi ile ortaya çıkmış, gün geçtikçe hayatımızın her alanında karşılaşabildiğimiz, hem dünyada hem ülkemizde yaygınlaşan önemli bir problem haline gelmiştir. Şiddetin gerek aile içinde gerekse kamusal alanda bir terbiye biçimi olarak görülmesi ve meşrulaştırılması, şiddetin tekrarlanan davranışlar zincirine dönüşmesine ve gizlenmesine sebep olmaktadır (Lök, Başoğul ve Öncel, 2016).
AİLE İÇİ ŞİDDET
Aile içi şiddet, duygusal istismardan zaman zaman ölümle sonuçlanabilen fiziksel şiddete kadar çeşitlilik gösteren bir olgudur. Şiddet uygulayan veya mağdur olan kişi; aile bireylerinden her hangibiri ya da birkaçı olabilir. Aile içi şiddet, genel anlamda bakıldığında tek olaydan ibaret olmayıp zorbanın kurbana karşı sergilediği davranış kalıplarıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılı verilerine göre kadınların %35’i, yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına bakıldığında ise kadınların %37.5’inin yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıkları görülmektedir.
Aile içi şiddet; fiziksel şiddet, duygusal şiddet, cinsel şiddet ve ekonomik kontrol olmak üzere dört başlık olarak incelenebilir.
Cinsel Şiddet: Cinsel şiddet, kişiyi istemediği cinsel davranışlara zorlama, kişiyi isteği dışında cinsel ilişkiye zorlama, karşıdakinin cinsel isteklerine yönelik davranışları değersizleştirme ile karakterize edilir. Cinsel ilişkiye zorlamanın tanıdık kişiler veya eşler tarafından daha sık yapıldığı bilinmektedir.
Fiziksel Şiddet: Fiziksel şiddet, partnerlerden birinin diğerine fiziksel güç uygulaması olarak tanımlanabilir. Tokatlama, yumruklama, ısırma, bir cisimle zarar verme gibi fiziksel davranışları içerir.
Duygusal Şiddet: Duygusal şiddet, sözel saldırıları ve aşağılamaları içerir. Tehdit, çocukları kullanma duygusal şiddet davranışlarıdır.
Ekonomik Kontrol: Ekonomik şiddet ise, eşlerden birinin ailenin bütün ekonomik kaynaklarına ulaşımını kontrol altında tutması/tutma çabası olarak tanımlanır. Ekonomik şiddet, eşlerden birini diğerine ekonomik olarak bağımlı kılar. Ekonomik kontrol davranışı, yalnızca eşlerin değil çocukların da zarar görmesine sebep olabilmektedir (Kahraman ve Çokamay,2016).
Aile içinde yaşanan kadına yönelik şiddeti önlemek için ilk olarak, şiddeti ortaya çıkaran risk etmenleri belirlenmelidir. Bununla ilişkili olarak birçok araştırmadan aile içinde yaşanan şiddetin en temel kaynaklarının şiddet uygulayan bireyin kendi ailesi içinde şiddet içeren bir ortamda bulunması ve aşırı alkol kullanımı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Kişi; stresin ortaya çıkardığı travmatik durumla başa çıkma yöntemi olarak gözlem yoluyla, birebir yaşayarak şiddet hedef haline gelmektedir. Araştırmaların sonucuna göre, annesi ve babası arasında yaşanan şiddete maruz kalan çocuk anneye şiddet uygulayan ‘saldırgan’ babayla kendini özdeşleştirmektedir. Bu durumda çocuk, babasına karşı olumlu bir eğilimi olsa da onu öfke ve korku kaynağı olarak görüp sorunların sadece öfke ve saldırganlık yoluyla çözebileceğini düşünecektir. Fakat, şiddet uygulayan her erkeğin geçmişte aile içi şiddeti yaşamadığını göz önünde bulundurursak şiddete tek etkenin aile içinde şiddete tanık olmak olmadığını söylemek mümkün olacaktır. Sosyoekonomik ve sosyokültürel etkenler, yaş farkı, sosyal destek, dini etkenler, psikolojik etkenler aile içi şiddete neden olan diğer etkenler olarak sıralanabilir.
a)Sosyoekonomik ve sosyokültürel etkenler: Aile içi şiddetin ekonomik olarak güçlü kesimlere oranla daha çok işçi ve orta sınıflarda yaygın olduğu görülmektedir. Erkeğin eğitim seviyesinin düşük olması, iş sahibi olmaması ya da iş hayatındaki istikrarsızlık gibi durumların kadının şiddet görmesiyle bir ilişkisi olduğu görülmektedir.
b)Yaş farkı: Şiddet gören kadınların sayısının yaşla beraber azalıyor olması genç yaştaki kadınların daha çok risk altında olduğunu göstermektedir. Şiddetin en fazla 18-29 yaş aralığında görüldüğü bilinmektedir.
c)Sosyal destek: Aile, arkadaş ve yakın çevreden görülen destek şiddete karşı daha çok önleyici olurken, bu desteği göremeyen kişinin aile içinde şiddet yaşama riski artmaktadır.
d)Dini etken: Şiddet, Arap ve müslüman ülkelerinde kadınların davranışlarını kontrol etmek için bir yöntem olarak görülmektedir. Bu yüzden aile içi şiddet sosyal bir sorun olarak ele alınmamaktadır.
e)Psikolojik etkenler: Şiddet uygulayan erkeklerin şiddet uygulamayan erkeklere göre daha sinirli ve saldırgan oldukları gözlemlenmiştir. İlişkisel olarak bakıldığında aile içinde etkili iletişimin kurulamaması şiddet açısından risk taşımaktadır. Şiddet eğilimli bireylerin ‘sorun çözme ve çatışmayı önleme becerilerinin olmaması’ evdeki gerginliğin artmasına yol açmaktadır.Bu durum ise fiziksel şiddetle sonuçlanabilmektedir.(Page ve İnce,2008)
Çocukların aile içi şiddete ne ölçüde şahit oldukları tam olarak bilinmese de çocuklar bu sürecin görünmeyen mağdurları olarak kabul edilebilir. Amerika’nın Pensilvanya eyaletindeki Northeast bölgesinde yürütülen bir çalışmaya göre aile içi şiddet olaylarının neredeyse yarısı çocukların gözü önünde gerçekleşmekte ve bu olayların %81’inde çocuklar doğrudan şiddete maruz kalmaktadır. UNICEF’in Birleşmiş Milletler Sekreterliği’nin konuya ilişkin topladığı verilerden hareketle, dünya üzerinde şiddete maruz kalan toplam çocuk sayısının 275 milyon civarında olduğu, Türkiye’de şiddete maruz kalan çocuk sayısının ise 2 ila 6.2 milyon arasında olduğu düşünülmektedir.(Kahraman ve Çokamay,2016)
TÜRKİYE’DE KADINA YÖNELİK AİLE İÇİ ŞİDDET İSTATİSTİKLERİ
İlk olarak Dünyadaki Kadına yönelik şiddet oranlarına baktığımızda 2013 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan rapora göre yaklaşık her üç kadından biri fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Aynı şekilde 2008 yılında yapılan bir araştırmada Türkiyedeki oranlar ise, her on kadından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığı ortaya çıkmıştır (T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014).
T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2014 yılında “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırması” özet raporuna bakıldığında kadına yönelik aile içi şiddet istatistiği üç başlık altında ayrılmaktadır. Bunlar; fiziksel şiddet, cinsel şiddet ve duygusal istismardır. Türkiye’de kadına yönelik aile içi fiziksel şiddet oranlarını maddeler halinde sıralayacak olursak (T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014):
Ülke genelinde fiziksel şiddete maruz kalmış evli kadınların oranı yüzde 36 ‘dır.
Son 12 ayda eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kalmış kadınların oranı ise yüzde 8’dir.
Araştırma sonuçları, fiziksel şiddete ilişkin tahminlerin bölgeler arasında farklılaştığını ortaya koymuş ve Orta Anadolu bölgesi hem yaşamın herhangi bir döneminde, hem de son 12 ayda maruz kalınan fiziksel şiddetin en fazla yaşandığı bölge olduğu sonucuna varılmıştır.
Yaşamın herhangi bir döneminde yaşanan fiziksel şiddetin en az dile getirildiği bölge Doğu Karadeniz, son 12 ayda en az belirtildiği bölge ise Doğu Marmara bölgesidir (yüzde 27 ve yüzde 5 şeklinde).
Araştırma neticesinde kadınların yüzde 19’u orta derecede fiziksel şiddete maruz kalırken, yüzde 16’sının diğer şiddet davranışlarını kapsayan ağır derecede şiddete maruz kaldıkları görülmüştür.
Türkiye’de kadına yönelik aile içi cinsel şiddet oranlarını maddeler halinde sıralayacak olursak (T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014):
Araştırma sonucunda cinsel şiddet içeren davranışlar arasında “kadının istemediği halde korktuğu için cinsel ilişkiye girmesi” en fazla belirtilen cinsel şiddet davranışı olduğu gözlenmiştir.
Ülke geneline bakıldığında fiziksel şiddetin yüzde 36, cinsel şiddetin yüzde 12 düzeyinde olduğu saptanmıştır. Şiddet mağduru kadınların yüzde 68’i sadece fiziksel şiddete maruz kaldığını, yüzde 5’i ise sadece cinsel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Her iki şiddet biçiminin birlikte görülmesi de yaygındır, şiddet mağduru kadınların yüzde 27’si hem fiziksel hem de cinsel şiddete maruz kalmıştır.
En genç yaş grubu olan 15-24 yaş grubundaki kadınlar, en yaşlı grup olan 45-59 yaşlarındaki kadınların yaklaşık üç katı oranında fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmaktadırlar.
Aynı zamanda araştırmada kadına yönelik aile içi şiddet eğitim düzeyine göre farklılaştığı görülmüştür. Eğitim düzeyi arttıkça kadınların maruz kaldığı şiddetin azaldığı görülmüştür. Bu azalmaya karşın, lise düzeyinde eğitimi olan kadınların dörtte birinden fazlasının; üniversite ve üzeri eğitimi olan kadınların beşte birinin fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kalmış olması şaşırtıcıdır.
Türkiye’de kadına yönelik aile içi duygusal istismar oranlarını maddeler halinde sıralayacak olursak (T.C Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 2014):
Araştırmaya göre, Türkiye genelinde kadınların yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz kaldıkları duygusal şiddet/ istismarın yüzde 44, son 12 ayda ise yüzde 26 olduğu saptanmıştır. (Rapordan)
ÇOCUĞUN AİLE İÇİ ŞİDDETE ŞAHİT OLMASI, MARUZ KALMASI VE ÇOCUK İSTİSMARI
Şiddetin yaşandığı ailelerde, çiftler her ne kadar çocukları şiddetten uzak tuttuklarını düşünseler de aile içindeki her birey şiddetin olumsuz etkisi altındadır. Ayrıca bu alanda yapılan çalışmalardan çocukların aile içi şiddetin en ciddi mağdurları olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür. Şiddetin yaşandığı evlerde çocuklar şiddete tanık olabilmekte veya doğrudan maruz kalabilmektedir. Ebeveynlerden birinin şiddet uyguladığı ailelerde diğer ebeveyn müdahale edebilmekte ve bu yüzden eşinden şiddet görebilmektedir. Ancak bu durum, ebeveynin şiddete sessiz kalması ve bu yüzden öfkesini çocuktan çıkarması olarak da değişebilir. Şiddet çocuklarda içine kapanma, korku sahibi olma, iletişimsel sorunlar yaşama, ailesi ile ilgili sorulara maruz kalmaktan kaçınma ve bu yüzden okula devam etmeme isteği, okul yaşamında başarısızlık gibi durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Çocuklar aile içinde çoğunlukla fiziksel, duygusal ve sözel şiddete maruz kalmaktadır.
Fiziksel Şiddetin Çocuklar Üzerindeki Etkisi: Fiziksel şiddet, taraflardan birinin diğeri üzerinde fiziksel güç kullanarak tahakküm kurması olarak nitelendirilebilir. Çocukların aile içi şiddete maruz kalma durumlarının genel muayene ile teşhis edilebilmesi mümkündür. Fiziksel şiddet sonucunda çocuklarda çürük, yanık ve kırık gibi fiziksel hasarlar görülebilir. Bu çocuklarda genellikle sosyal uyum problemleri gözlenir. Bu çocuklar genellikle içine kapanık, uysal, sessiz, çekingen ve bazen utangaç, korkmuş, başkalarıyla bir aradayken uyumlu bir izlenim bırakırlar.
Duygusal Şiddetin Çocuklar Üzerindeki Etkisi: Duygusal şiddet, kaba tanımıyla ebeveynlerin çocuklarına karşı olumsuz tutum içinde olmalarıdır. Aile içinde duygusal şiddete maruz kalan çocuklarda duraklama, engelleme, gerileme oluşturan davranışlara rastlanır. Çocukların olumlu yöndeki gelişmelerini engelleyen ve yavaşlatan, fiziksel şiddeti içermeyen davranışlar da duygusal şiddet olarak kabul edilebilir. Duygusal şiddetin etkilerinin fiziksel şiddetin etkilerinden geç iyileşmesi, bu noktada unutulmaması gereken bir olgudur.
Sözel Şiddetin Çocuklar Üzerindeki Etkisi: Karşı tarafı sindirme aracı olarak söz ve hareketlerin kullanılması, sözel şiddet olarak tanımlanabilir. Çocukları korkutmak, onlar üzerinde baskı kurmak ve onları cezalandırmak sözel şiddet davranışlarıdır. Sözel şiddet, duygusal şiddetle birbirine çok yakınken bazı noktalarda duygusal şiddetten ayrışmaktadır. Sözel şiddet, genellikle öfke kontrolünün sağlanamadığı durumlarda ortaya çıkmaktadır. Sözel şiddete maruz kalan çocuklarda özgüven eksikliği, korku, sinirlilik, tedirginlik, içine kapanma, depresyon, ümitsizlik ve isteksizlik gibi durumlar görülür.(Lök, Başoğul ve Öncel, 2016)
Genellikle işlevselliği bozuk ailelerde çocuklar, zaman zaman cinsel istismara da maruz kalabilmektedir. Bu ailelerde, çocuğun cinsel istismara maruz bırakılmasına sebep olduğu/olacağı düşünülen patolojiler mevcuttur. Bunlar baskın ve koşulsuz söz tutma isteği olan ebeveyn modeli, cinsel sorunlar, sosyal izolasyon, rol çatışması, kötüye alkol ve madde kullanımı, yadsıma olarak sıralanabilir.
a) Baskın ve koşulsuz söz tutma isteyen ebeveyn modeli: En sık rastalanan, genellikle babanın güç ve kararlarda baskın olduğu aile modelidir. Bazı babalar güç ve kontrol sağlamak için şiddete başvurmaktadır. Aile sistemi kapalıdır.
b) Cinsel sorunlar: Cinsel istismarın yoğun olduğu ailelerde ebeveynlerde cinsel sorunlar diğer ailelere göre daha sıktır.
c) Sosyal izolasyon: Ebeveynlerin çoğunun aile yaşamı dışındaki sosyal ilişkilerinde kısıtlılık ve zorlanma vardır.
d) Rol çatışması: Cinsel istismarın yaşandığı ailelerde sıkça rol çatışmalarına rastlanır. Anne, eşlik ve ev kadınlığı rollerini kız çocuğuna bırakmakta, baba ise bakımı ensest yoluyla vermektedir.
e) Kötüye alkol ve madde kullanımı
f) Yadsıma: Aile içinde sıkça kullanılan bir savunmadır. Baba olayın sex eğitimi olduğunu savunurken anne eşi ile ilişkisini bozabileceği gerekçesiyle olaya sessiz kalabilir. Böyle bir durumda ise çocuk, utanma ve suçluluk duygularını bastırmak ve aile düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla durumu yadsıma yoluna gidebilir.(Taner ve Gökler, 2004)
AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
Aile içinde yaşanacak şiddeti önlemek sosyal, ekonomik, yasal, kişisel başlıcaları olmak üzere birden çok etmene müdahale etmeyi gerekli kılar. Ekolojik Model (Heise, 1998), aile içi şiddeti başlatan risk etmenleri konusunda önemli bir model örneğidir. Bu noktada birden fazla risk etmeninin etkileşime girerek aile içi şiddeti yarattığı bilinmelidir. Bireysel düzeyde yaşanılan risk etmenlerine dikkat çekilirken aynı zamanda ilişkisel düzeyde de girişimlerde bulunulmalı, sağlıklı aile ortamları oluşturabilmek amacıyla sorun tespit edilen ailelere profesyonel destek sağlamanın kolaylaştırılması yönünde çalışmalar yapılmalıdır. Aile içi şiddeti ortaya çıkaran risk etmenlerine toplum düzeyinde bakıldığında ise kamusal alanlara ve yakın çevreye yönelmeli, cinsiyetler arası farklılıklar ve bu farklılıkların yaratacağı olumsuzluklar üzerinde durulmalı, aile içi şiddeti doğurabilecek kültürel, ekonomik ve sosyal etmenleri değiştirebilmek adına harekete geçilmelidir. Halk sağlığı alanında aile içi şiddeti önlemek amacıyla yapılan girişimler genel anlamda üç seviyede değerlendirilmektedir. Birincil önlemler problem ortaya çıkmadan müdahale etmeyi, ikincil önlemler problemin varlığına yönelik işaretler saptandığında problemin ortaya çıkma sıklığını azaltmaya yönelik hareket etmeyi, üçüncül önlemler ise problemin yaygınlaştığı ve zarar vermeye başladığı durumlarda müdahale etmeyi kapsamaktadır. Eğitim kurumlarında aile içi şiddet ve alternatif çatışma çözme yöntemleri konusunda öğrencileri bilgilendirmek, halkı aile içi şiddete maruz kaldıklarında ulaşabilecekleri servisler hakkında bilgilendirmek, bu konuda farkındalığı arttırmak amacıyla eğitimsel çalışmalar yapmak birincil önlemlere örnek oluşturabilir. İkincil önlemler, belirli davranışlarda bulunmuş kişileri ve flört döneminde partnerine şiddet sayılabilecek tutumlar sergileyen bireyleri hedef alır. İkincil önlemler, aile içi şiddetin yaşandığı aileleri ziyaret etmek gibi programları içerir. Üçüncül önlemler ise, aile içi şiddetin zorbalarının ve kurbanlarının belirlenmesi, aile içi şiddetin doğurduğu sonuçları, şiddete başvuranların alacakları cezaların, tedavi şekillerinin ve mağdurlara yönelik yardım imkanlarını belirlemeyi amaçlayan programları içermektedir.(Page ve İnce, 2008)
SONUÇ
Literatürdeki makaleler incelendiğinde aile içi şiddetin hem ülkemizde hem de dünyada git gide büyüyen bir sorun olduğu görülmektedir. Şiddet kadına yönelik olabileceği gibi erkeğe yönelik de olabilmektedir. Fakat biz hazırladığımız bu makalede aile içi şiddeti kadın ve çocuk açısından irdeledik. Aile içi şiddete bu açısından baktığımızda ülke genelinde fiziksel ve cinsel istismara maruz kalan kadın oranı yüzde %36 iken duygusal istismara maruz kalan kadınların oranı yüzde %44’ tür. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2013 yılı verilerine göre kadınların %35’i, yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına bakıldığında ise kadınların %37.5’inin yaşamları boyunca en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıkları görülmektedir. Bu oranlar dikkate alındığında kadına yönelik her türlü istismarın yadsınamayacak düzeyde olduğu sonucuna varılmaktadır. Durum böyle olunca aile içindeki kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önlemek için ilk olarak, şiddeti ortaya çıkaran risk etmenleri belirlenmelidir. İncelenen birçok araştırmada aile içinde yaşanan şiddetin birincil nedenlerinden biri, şiddet uygulayan bireyin kendi ailesi içinde şiddet içeren bir ortamda bulunması ve aşırı alkol kullanımı olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Bununla doğru orantılı olarak da, anne ve babası arasında yaşanan tartışma ve şiddeti gözlemleyen, bu ortamda yaşayan çocuk, çoğu araştırma sonucuna göre kendini şiddet uygulayan kişiyle özdeşleştirmekte ve yaşamının ileriki yıllarında da özümsediği bu saldırgan tutumu çevresine, ailesine ve çocuklarına sergileyebilmektedir. Bunun nedeni ise şiddet uygulayan kişiden örnek aldığı gibi sorunların sadece öfke ve saldırganlık yoluyla çözebileceğini düşünmesidir Fakat şiddet göstermenin tek nedeni bu iki faktör değildir, bunun yanında; sosyoekonomik ve sosyokültürürel etkenler, yaş farkı, sosyal destek, dini etkenler ve psikolojik etkenler önemli faktörlerdendir. Bu noktada aile içi şiddeti önlemek için belirlenen çeşitli önlemler vardır: Birincil önlemler problem ortaya çıkmadan müdahale etmeyi, ikincil önlemler problemin varlığına yönelik işaretler saptandığında problemin ortaya çıkma sıklığını azaltmaya yönelik hareket etmeyi, üçüncül önlemler ise problemin yaygınlaştığı ve zarar vermeye başladığı durumlarda müdahale etmeyi kapsamaktadır. Toplumumuz ve dünya için önlemleri arttırmalı, kadın ve çocuk için güvenlik planları oluşturmamız büyük önem taşımaktadır. Ülke genelinde aile içi şiddete maruz kalmış bireyler için yardımcı ve henüz maruz kalmamış bireyler içinse önleyici psikolojik destek hizmeti verilmelidir. Okullarda çocuklar, istismarın her çeşidine karşı bilinçlendirilmeli, yardım eli uzatılmalıdır. Ebeveynlere bu konuda bilgilendirici seminerler, psikolojik destek hizmeti sunulmalıdır. Şiddet eğilimi olan, yaşamında fiziksel-duygusal-cinsel istismar uygulayan bireylerin anne/baba olmaya hazırlandıklarında bu yönde ehliyetlerinin olup olmadığı sorgulanmalı, ebeveyn-çocuk ilişkisi konusunda önceden bilgilendirilmeli ve gerektiğinde yine psikolojik hizmet almaları, yönlendirilmeleri çok önemlidir.
KAYNAKÇA
Lök, N., Başoğlu, C., & Öncel, S. (2016). Aile içi şiddetin çocuk üzerindeki etkileri ve psikososyal desteğin önemi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. 8(2):155-161
Kahraman, M. S. ve Çokamay, G. (2016). Aile içi şiddet ve çocuklar üzerindeki etkileri: Temel kavramlar, güvenlik planı hazırlama ve alternatif tedavi model örnekleri. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar. 8(4):321-336
Page, A. Z. ve İnce, M. (2008). Aile içi şiddet konusunda bir derleme. Türk Psikoloji Yazıları.11(22):81-94
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı . (2014). Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması. Ankara: T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.
Taner, Y. ve Gökler, B. (2004). Çocuk istismarı ve ihmali: Psikiyatrik yönleri. Hacettepe Tıp Dergisi. 35:82-26