TRAVMA VE TİYATRO

Canlılar üzerinde bedensel ve ruhsal açıdan etkin yaralanma belirtileri bırakan yaşantılar olarak tanımlanan travma kavramına günümüzde kısaca TSSB olarak bilinen travma sonrası stres bozukluğu noktasında sıklıkla rastlıyoruz.

TSSB’nin farklı yönlerden ele alınarak oluşturulan tedavisel yöntemlerini muhakkak duymuşuzdur, fakat tiyatroyla travmasal ilişkileri bağdaştırdığımız hiç oldu mu?

Bu yazımda genellikle çoğu insan tarafından sadece sanatsal çerçeve içerisinde değerlendirilen tiyatronun travmalar üzerindeki etkilerini anlatmaya çalışacağım.

Jacob Levy Moreno tarafından 1920’lerde geliştirilen psikodrama, kişilerin yaşadıkları sorunları yeniden ele alarak sorgulama ve sahneleme biçimi olarak tanımlanmaktadır. Kişiler grupsal bir ortamda farklı kişilerle etkileşim halinde olarak kendilerine biçilen rolleri oynarken kendi özelliklerinde belirli farkındalıklar kazanırlar. Bu farkındalıklar bireylere geleceklerine dair kaygılarını ve beklentilerini görerek hazırlanma, başa çıkma becerilerini görme ve bunları deneme olanağı sağlar. Travmalarda ise bu durum bireylere farklı yönlerden yansımaktadır.

Örneğin çatışma sırasında babası vefat eden bir çocuğun rol aldığı bir tiyatro sahnesinde şiddete eğilimli herhangi bir canlandırma gördüğünde bu canlandırmayı babasını kaybetmesiyle bağdaştırarak bir nevi bu durumu yok sayma tepkisi niteliğinde sahneyi terk ettiği görülebilir. Bu terk edişin ardından babasının ölüm gerçeğiyle tekrar karşılaşan çocuk, içinde bastırdığı duyguları dışa vurmayı veya o duyguları içinde tamamen yok etmeyi seçebilir. Ardından gerekli yönlendirmelerle sahnesine döndüğünde canlandırdığı rol de çocuğun seçimine göre şekillenecektir.

Bu noktada özellikle Bessel A. Van Der Kolk’un Beden Kayıt Tutar kitabındaki bir bölümden hareket ederek ilerlemek istiyorum.

Yazar, travmalar üzerinde tiyatronun aracı olarak kullanıldığı üç programdan bahsediyor. Bunlar: Kentsel Doğaçlama, Olasılık Projesi ve Shakespeare Mahkemelerde programları. Programlara değinirsek:

Kentsel Doğaçlama: Boston’daki bir tiyatro topluluğu üzerinden her şey oluşmaya başlıyor. Topluluk dört profesyonel oyuncu, bir yönetmen, eğitimci ve müzisyenlerden oluşuyor. Kentsel doğaçlama kavramı ise şu şekilde ilerliyor: Çocuklar için onların karşılaştıkları problemlerle (kıskançlık, akran gruplarında dışlanma gibi) ilgili kısa skeçler; daha büyük öğrenciler içinse onlara yönelik sorunlarla (flört, akran şiddeti gibi) ilgili metinler hazırlanıyor. Ardından profesyonel oyuncular bu durumları canlandırmaya başlıyorlar ve canlandırma tam olarak sorunun ortaya çıktığı kısma geldiğinde yönetmen oyunu durduruyor. Katılımcılardan bu noktada nasıl ilerlenilmesi gerektiğini düşündüklerine dair canlandırma yapmaları isteniyor. Böylece katılımcılar yaşadıkları genel sorunları senaryolar üzerinden duygusal bir mesafeyle deneyimleyerek içsel olarak çözümleme şansı yakalıyorlar.

Olasılık Projesi: New York’ta travma merkezlerinde kalan kişilerin kendi müzikallerini oluşturmaları üzerine şekilleniyor. Belirli gruplardan oluşan kişiler bu projede iki aşamalı bir süreçten geçerler. İlk aşamadaki amaç grup yapısını oluşturmaktır. Alınan ilk prova grupsal anlaşmaları ( Sevgi- saygı çerçevesine dikkat etme gibi) belirler ve ardından şarkılar söylenerek hareket edilmeye başlanır. İkinci aşamadaki amaç ise birbirlerinin yaşam öykülerini paylaşmalarıdır. Bu paylaşımlar, kişilerin kendilerini direkt anlatmaları şeklinde gerçekleşmez. Travmatik kişilere “Herhangi bir müzikal ya da oyun yazsaydınız nasıl olurdu?” şeklinde bir soru yöneltilir ve onların duygu durumlarına göre ifade ettikleri cümleler not edilerek senaryolaştırılır. Senaryodaki roller kişilere paylaştırılarak provalar alınmaya başlanır. Bu projeyle toplum baskısıyla normal davranmaları beklenen travmatik çocukların onlara farklı yönlerden yaklaşıldığında iyiye giden bir yol izledikleri gösterilmek istenmiştir.

Shakespeare Mahkemelerde: Massachusetts’ de bulunan çocuk suçluların Shakespeare’nin oyunlarını sergilemesinden oluşuyor. Çocuklar, ailelerine ve çocuk mahkemesi yetkililerine yoğunlaştırılmış bir Shakespeare oyunu sahneliyorlar. Kendi duygularını oyunlardaki kişilerin replikleri üzerinden yansıtıyorlar. Örneğin Julius Caesar trajedisindeki Brutus rolünü oynayan bir çocuğun role bağlı olarak suçlandığı sahnede çocuğun duygusal tepkisi apaçık bir şekilde gözlemlenmiş oluyor. Verilen tepkiye bağlı olarak gerçek hayatta işlenen suçun olası nedenleri ve etkileri üzerinde durulmaya başlanıyor.

Değinmiş olduğum bu programlar her ne kadar günümüze gelindiğinde etkinliğini yitirmiş olsa da bizlere travmatik bireylere yaklaşım yöntemlerinde farklı bir bakış açısı kazandırıyor.

Normal bireyler gibi kendilerini ifade edemeyen travmatik bireylerin çoğu zaman yaşadıkları dışsal ve içsel çatışmaları dile getiremedikleri görülüyor. Bu nedenle bizler onlara karşı daha hassas davranarak ve belki de tiyatro gibi farklı pencerelerden yaklaşmayı tercih ederek onların hayatlarını kolaylaştıracak adımlar atabiliriz.

Unutmayalım ki, bir insan yaşamındaki her olayı kendi kontrolü altında tutamaz, fakat bu noktada önemli olan yaşanan olayın olası etkilerinin belirlenmesi ve etkiler için bir an önce yola çıkılmasıdır.

Sude ÇETİNKAYA
Sude ÇETİNKAYA

Bazen duygularımızı ifade edemediğimiz, âdeta deli gibi bağırmak istediğimiz fakat sesimizi bile çıkaramadığımız zamanlarla karşılaşırız. Halbuki hiçbir engelimiz de yoktur ortada. Ben böyle zamanlarda içimdeki duyguları kağıda dökmeyi  seçtim. Yazmak, bizlere bahşedilen öyle mucizevi bir şey ki… Şu şekilde ifade etmek istiyorum sizlere: Önce uzun süredir nefes alamadığınızı  ve ardından bir anda derin derin nefes aldığınızı düşünün. Yazmak da böyle bir şeydir. Beni hayatın zorluklarından, sıkıcı rutinlerinden çıkartan, bana canlılık katan, benliğimi bulmamı sağlayan, kendimi keşfettiğim bir alan…