Psikodrama ve Jacob Levy MORENO
Sizce geçmiş pişmanlıklarımızdan kurtulmak mümkün mü? İçinde hapsolup kaldığımız anılarımızdan? Ya da bizlere bir ömür kendini sürükleten saydam prangalarımızı daha ne kadar taşıyabiliriz ? Peki hatırlamak dahi istemediğimiz bu travmaları tekrar yaşayarak kurtuluruz desem sizce fazla mı ütopik olur ?
Tüm bu soruların cevabını 18 Mayıs 1889 yılında Bükreş’te doğan bir çocuk vermiş aslında. (bazı kaynaklar Karadeniz sularında bir gemide doğduğunu söylese de kanıt yoktur) Kendisi bugün “Psikodrama” adını verdiği grup terapisinin (kendi deyimiyle sosyometrinin) kurucusu olan Jacob Levy MORENO’dur. Kendisinin hayatını yazımızın sonunda anlatmak kaydıyla gelin psikodramanın ne olduğuna dair biraz sohbet edelim.
Özünde tiyatroya dayanan psikodrama 1920’li yıllarda ilk 10 yıl boyunca psikoterapi uygulaması olarak lanse edilen bir teknik olup 1930’lardan itibaren pedagoji, endüstri ve öğrenim gibi çeşitli alanlarda kendine yer bularak bir teknikten daha fazlası olma yolunda ilk adımlarını attı. Psikodramayı ayakta tutan ise insan benliğindeki sosyal ve duygusal güçleri ele alması oldu. İnsanın varoluşunda bulunan bu güçleri ise 3 ana yolun gösterdiğini söyleyen psikodrama onları şu şekilde adlandırmıştır:
- Empati
- Duygusal Aktarım (Transferans)
- Tele
Tiyatronun bünyesindeki rol yapabilme becerisini kendisini başkasının yerine koyabilmek ve o kişi olabilmek olarak yorumlarsak aslında empati kavramının psikodramanın içindeki ana yollardan biri olması bizi çok şaşırtmamalı, dediğimiz gibi psikodramanın temelinde tiyatro var.
Peki nedir bu duygusal aktarım ? Kitap tanımıyla kişilerarası gerçeğe dayanmayan bir ilişki biçimini bilinçli bir şekilde gerçekleştirmek olsa da bunu daha anlaşılır olması için geçmişteki yaşanan travmaları kontrollü ve yönetilebilir bir şekilde tekrar yaşatmak olarak tanımlayabiliriz.
Tele ise tek yönlü bir empatiden farklı olarak iki ya da daha fazla kişinin birbirini anlayabilmesi olaraka tanımlanmakta olup sağlıklı bir ilişki biçimi olarak ifade edilir ancak bunun tam anlamıyla gerçekleşmesi tek seferde zor olduğu için genelde belli bir yaşanmışlık ya da birikimi olan insanlar arasında olması psikodramaya yeni başlayan katılımcılara göre daha kolaydır.
Eğer biz bu saydığımız ana yollara neden ihtiyaç duyarız diye soracak olursanız ise bizi MORENO’nun Rol Kuramında geçen “İnsanların istediği rolü yaşayamamasının sıkıntıya yol açacağı, cesaret ve güvenin ise rolü yaşayarak gelişeceği” ifadesi karşılıyor. Yani psikodrama bireyi ideal benliklerine ya da ütopyalarındaki olmak istedikleri kişiye yaklaştırıyor da desek yalan olmaz, zaten psikodrama insanın spontanlık ve yaratıcılık kaynaklarını harekete geçirerek duygu ve düşüncelerini eylem halinde ifade edebilmelerini sağlayan bir tedavi yöntemidir de aynı zamanda. (Buradaki tanım size karışık geldiyse bir tiyatroda doğaçlama yaptığınızı düşünerek tekrar okuyun, doğaçlamada anlık olarak düşüncelerinizi role ve ortama en uygun şekilde eyleme dökmeniz gerekir bu sefer kelimelerim ilk okuduğunuza göre biraz daha anlam kazanacaktır)
Her şey iyi güzel ama nasıl yapılır bu psikodrama ? Ya da kuralları nelerdir ?
Sizlerin de bildiği gibi temelinde tiyatroya dayanan bu grupla tedavi yöntemi için ne çok kalabalık ne de çok az diyebileceğimiz 8-10 kişilik bir grup yeterli olacaktır. Ortalama bir psikodrama seansı bir buçuk saat sürer ve bu seansımızın en temelinde yer, zaman ve konu sınırlaması yoktur. Birnevi sizin hayalinize ya da yaşantınıza kalmış beyaz bir sayfa gibi düşünün en güzel yanıysa sadece yazmakla kalmıyorsunuz bu beyaz sayfanın ana kahramanı sizsiniz !
(Psikodramada bir tek ölüm işlenmez, bunun sebebini net olarak bulamamakla birlikte tamamen kontrolünüz dışında gerçekleşen bir olayı değiştirmeye çalışmanın travmayı atlatmaya yaramaktansa sadece tekrar ederek danışana acı vereceğinden dolayı işlenmediği düşüncesindeyim)
Peki bu beyaz sayfanın diğer karakterleri kim ? Burada psikodramanın bizlere belirlemiş olduğu, terapinin gerçekleşmesinde gereken kişilere verilen ad ve nitelikler konusunda 5 öğe var:
- Sahne: Psikodramanın geçtiği yer.
(Temelinde tiyatro olan bir terapi için bu isim bizleri şaşırtmadı)
- Protogonist: Psikodramada kendi yaşantısını oynayan baş oyuncudur.
- Yönetici/Terapist: Psikodramat, terapöt, kolaylaştırıcı gibi isimlere de sahip olan, terapiye hem yön veren hem de terapiyi yorumlayan kişidir.
- Yardımcı Egolar: Protogonist’in hikayesinde yardımcı kişiler olup eğer kişinin kendisini oynarlarsa “eş” işlenen terapide başka önemli kişileri oynarlarsa adları “agonist” olur.
- Grup: İzleyicilerle beraber katılanların tümüne verilen addır. Bu grup içerisinde ortak özellikler çevresinde sürekli bir gelişim söz konusudur. (Evet psikodrama terapilerinde izleyiciler de olabilir)
Bu kavramları daha net görmeniz açısından geçmişteki bir tiyatro eğitimimde denk geldiğim bir olaydan bahsedeceğim.
Üniversite birinci sınıf öğrencisiyken içinde bulunduğum bir tiyatro topluluğunun devam etmekte olan eğitimlerinden birinde başımızda bulunan tiyatro eğitmenimiz bizlere içerisinde rastgele rollerin yazılı olduğu ufak kağıtlar verip anlık olarak o role bürünmemizi ve gözlerimizi kapatarak bedensel devinimlerimizin de role uygun olmasını istemişti. Aramızdan bir arkadaşımıza çatışmada olan bir asker rolü geldi, kendisi başta çatışmadan korkmuş bir askeri oynamaya başladı. İlerleyen dakikalarda kendisini o atmosferde hissetmesi için eğitmenimiz her birimizin savaş alanındaki bir askermiş gibi sesler çıkarmamızı söyledi, kimimiz bağırıyor kimimiz acıdan inliyordu. Derken eğitmenimizin de korkan askerini tekrar savaşa yollamaya çalışan komutan rolüne bürünmesiyle rolü oynayan arkadaşın sesli iyice titremeye ve nefes alışverişleri hızlanmaya başladı. Başta ekibin yeni olduğundan kendisini gösterme çabası olarak yorumlamış olsam da ortada kendisine hiçbir temas olmamasına rağmen sesinden kendisinin iyi olmadığına dair kuvvetli şüphelerim doğmaya başlamıştı, derken “hocam bacağım uyuşuyor” demesiyle yere düşmesi bir oldu ve yerde hareketsizce sadece nefes aldı. Çok kısa aralıkarla hızlı ve derin nefes almasının düşmesine etkisi olsa da o an imgeleminde canlanan görüntünün etkisiyle rolden çıkamamıştı. Sadece beş dakika için yaptığımız kısacık bir rolün bile bir insan üzerinde bu denli etkisini görmek aynı sanatın tedavi olarak kullanıldığında ne gibi sonuçlar doğuracağını merak etmeme yol açtığı için psikodramaya duyduğum merağın ilk kıvılcımları bende o gün oluşmuştu.
Bu bahsettiğimiz örneğin anlatımı ne kadar kolay olsa da işin aslını söylemek gerekirse psikodramanın da temelinde tiyatro ve rol yapmak olduğu için insan hayatına derin etkileri olabildiği durumlar var. Örneğin bir röportajında Karayip Korsanları film serisinden tanıdığımız dünyaca ünlü aktör Johnny DEPP, film boyunca canlandırdığı Jack SPARROW karakterinin filmden sonra kendisini bırakmadığını söylemiş hatta hayranları Jack SPARROW rolünden sonraki Johnny’nin hal ve hareketlerinde büyük değişimler olduğunu dile getirerek oynadığı rolün onu baskıladığına dair bir teori öne sürmüşlerdir.
Bunca kavramdan söz ettik, örnek verdik, açıkladık şimdi ise sıra bu yazının yazılmasını sağlayan ve bulduğu tedavi yöntemiyle bu zamana kadar sayısız insanın tedavisini sağlamış olan hala da sağlamaya devam eden kişi Jacob Levy MORENO’da. Neden yazımızın başında kendisine değinmedik ? Diye soran okurlarımız için yazar olarak şunu söyleyebilirim: Böyle bir kuramcının başta yaptığımız tanımların arasında renksizce duran, alışılmış ve akılda kalmayacak sıradan bilgi cümleleriyle zihninizde mola dahi vermeden gelip giden bir yolcu edasıyla kalmasını istemedim bu yüzden size MORENO’yu, yazının başından beri süregelen muhabbetimizin en koyulaştığı yerde düşüncelerinin temelini oluşturan anılarıyla birlikte en bizden haliyle anlatmaya çalışacağım.
Bükreş’te doğan ve 6 çocuklu Sefarad Yahudisi bir ailenin en büyük çocuğu olan Jacob, kendi yaşlarındaki her çocuk gibi oyun oynamayı çok seviyormuş ancak onu diğer çocuklardan ayıran ve belki de değindiğimiz bu düşüncelerinin kilit noktası olan bir fark var, oynadığı oyun ! Jacob’un oynamayı en sevdiği oyun kendi kurduğu ve arkadaşlarıyla beraber cenneti tasvir ederek oynadıkları “Tanrı ve Melekleri” oyunu. Evdeki sandalyelerden tasvir ettiği cennet ortamında protogonist olarak kendisi tanrı olur ve arkadaşlarına da melek rollerini verirdi. 6 yaşındayken ekonomik nedenlerden ötürü ailesi Viyana’ya taşındığında eğitim hayatına orada başlamış olmakla beraber çevredeki çocuklara hikayeler anlatıp oyunlar oynamaya ve oynatmaya devam etti. İlerleyen yıllarda bu oynadığı oyunun yapısı gereği getirdiği doğaçlamanın çocuklarda canlılık ve zeka artışına da katkı sağladığını fark edecekti. Hatta o dönemlerde kurmuş olduğu çocuk tiyatrosu da spontanelik ve yaratıcılık konusunda fikirlerinin oluşmasına altyapı oluşturdu. Hayatının üniversite yıllarında ise tıp fakültesinde kendisinden ders aldığı hocası Dr.Sigmund FREUD’un bir ders çıkışı kendisine hangi alanla ilgilendiğini sorması üzerine:
“Dr.FREUD ben sizin bıraktığınız yerden başlıyorum, siz insanlarla ofisinizdeki yapay ortamda buluşuyorsunuz bense sokakta, evlerinde; onların doğal ortamlarında buluşuyorum. Siz onların rüyalarını analiz ediyorsunuz bense onları rüya görmeleri için teşvik ediyorum” diyerek ilgilendiği alanın aslında eşi benzeri görülmemiş bir farklılıkta olduğunu yıllar öncesinde hocasına ve bize göstermiş oldu.
Terapik Fısıltılar serimizin ilk yazısının sonuna geldik. İkinci yazımızda terapinin aşamaları, teknikleri ve Rol Kuramından bahsedeceğiz. Sizlere okuduğunuz için sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere.
Sanatla kalın, UPÖY’le kalın.