Günlerin ardından içime düşen birçok soluksuz düşünceyle beraber yazıyorum. İnsanın içini daraltan bu ummasız deniz gibi dalgalanan gökyüzü yüzümün eksenin üstünde bir fırtına gibi yolumu gözlüyor. Düşünürken sarf ettiğim yaşamın güzel huyu gözümün içinde küçük bir siyah nokta kadar duruyor. Beynimden düşen o kadar saf düşünce yollarını kıyılarımın çizgisinde buluyor. Oluklardan gaiplikler birer birer damlıyor. Buhransız, yapayalnız bir sabaha baş kaldırıyor gözüm. Gözüm, karanlığın en dibindeki huysuz bir karınca gibi. Her umuda biraz başından, her görmeye biraz asılı kalmış bir yoksunluğun hazin çığlıkları içinde zamandan nasibini süpürüyor. Her arayış başka buluşmaya açıyor kapılarını. Saçlarımın arasında dolaşıyorken yalnızlık… Rüzgara kaptırıyorum umudumu. Bir gün beni bekleyen tüm mutluluk ve mutsuzluklar adına bulunduğum kör kuyuyu kazıyorum… Gecenin bir vaktini çalarken saatler, mütemadiyen atan kalbimin sesini de silüetlere bulayıp kaçıyorum.
Bir gün konuşmak için muhakkak susmak gerekir bir müddet. Ben, yani bir insan olarak içimi kurcalayan tüm sıkıntıları bir kağıdın sayfaları arasında kurutuyorum. Elime ulaşan o kokusuz kuru sayfalar bir gün, gün ışığına doğru doğrulmak için bekliyorlar gününü. Günü yaklaşan tüm sayfalar yaprak misali dökülüyor dudaklarımdan ve ben silinen tüm sayfalarımı, annenin süt kokan bebeğini kaybetmesinin verdiği acı kadar hissediyorum yüreğimde. Kimsesiz kalıyorum gölgelerin kalkıp ruhumu boğduğu gecelerde. Sırra kadem basıyor adına binlerce naat yaktığım sayfalar. Hani buradalardı binlerce yıldır adı rahmetle anılan dualar? Savurduğum sayfalarımın külleri, içimdeki hapishanelerin gardiyanlarına esir düşüyor. Kurtarmak isterken her birini, susmaya olan inancıma yenik düşüyorum.
Ben bir garibim ve duygularımdan yetimim. Avcıların vurduğu içtimai yönüm bir karanlığın içinde meyus, duvarların ve gölgelerin içinden çıkan anlamı kovalamakta. Tahayyülünü ederken gökyüzünün, kuşların kanatları camlarımı kırıp döküyor.