PSİKOTERAPİDE EMPATİNİN YERİ VE ÖNEMİ

Son yıllarda özellikle ruh sağlığı alanında giderek yıldızı parlayan, hepimizin hayatında defalarca deneyimlediği empati kavramının etimolojisi İngilizcedeki empathy sözcüğüne dayanmaktadır. Yunanca “en” (“iç, içine, içinde”) ve “patheia” (“duygu, acı, hissetme, algılama”) kelimelerinin birleşiminden oluşmakta ve “içinde hissetme” anlamına gelmektedir. Sözcük anlamından yola çıkarak popüler tanımıyla empati; kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak o bilincin duygularını, isteklerini ve düşüncelerini anlayabilme, içselleştirebilme becerisidir. Kendi duygularını başka nesnelere yansıtmak tarifi gölgede kalmış başka bir empati tanımıdır. Bu tanım empati dilinin kullanıldığı ilk alan olarak karşımıza çıkan estetikle doğrudan kesişmektedir. Alman romantizminde Einfühlung (empati) bir sanat terimidir ve bir sanat yapıtı ile onu algılayıp izleyen kişinin bütünleşmesi, kişinin duygularını temsil edilen nesneye yansıtmasıdır.

Entelektüel kalıplardan taşan empatinin, bilim dünyasında canlıların evrimsel sürecinde taşınan genlerle yakından ilgisi olan bir özellik olduğu kabul görmektedir. Nitekim birçok hayvanın kendisini tehlikeye atarak düşmana karşı sürüyü uyarması, insan bebeklerinin ağlayan birini gördüğünde ağlaması bu teoriyi destekler. Detaylarını okuyucumun araştırma merakına bırakacağım makak maymunları deneyi de empatinin canlıların doğasında kendiliğinden var olduğunu kanıtlayan diğer bir örnektir. İnsan henüz anne karnındayken, annenin işitsel ve dokunsal temaslarıyla kuşatılmıştır. Bu nedenle bebek gözlemleri yapan bazı psikanalistler en erken ilişkisel deneyimlerde bile kendisinden bir başkasıyla yaşanan bir deneyim düzeyi bulunduğunu savunmaktadırlar (Soysal, 2017).  Bu minvalde değerlendirildiğinde empati sosyal yaşamda tabii surette bulunan, insan ilişkilerinin temelinde yatan bir kavramdır. İnsana dair her mefhumu mercek altına alan psikoloji bilimi de yıllar önce saha çalışmalarına empatiyi dahil etmiş, tartışmalarının odağına almıştır.

 Empatinin Alman estetizmden psikolojiye olan yolculuğu Theodor Lipps ile başlamıştır. Lipps diğer insanlara ilişkin bilgilerin elde edilmesinde empatiden yararlanıldığını söz ederek içsel taklit terimini ortaya atar. İçsel taklitle kişi kendisini başkasına yansıtarak, onunla paralelleşir. Böylece karşısındakinin iç dünyasına temas eder (Ersoy & Köşger, 2016) .

Freud empatinin tanımını “egomuza doğal olarak yabancı olan bir başka insanı anlamamızda en önemli kısmı oluşturan süreç” olarak yapmıştır (Özbay & Canpolat, 2003). Bu tanıma göre empati öznenin nesneye dair yabancı ruhsal yaşamı karşısında nasıl konumlandığını anlamasına yarayan bir mekanizmadır. Bu açıklama akıllara sempati ve empati kavramlarının birbirleriyle karıştırılsa da ne kadar farklı olduğunu getirmektedir. Sempatide bir yakınlık söz konusudur, sempati kuran bir kişi karşısındakinin fikirlerine aynen katılır, onun duygularını paylaşır. Empati kuran biri ise karşısındakini yargılamadan, kendi duygu ve düşüncelerinden bağımsız bir biçimde karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlar. Bunu bir örnekle somutlaştıralım. Hırsızlık yapan bir danışanın bu yaptığına sempati duyamazsınız, onun bu davranışı neden yaptığını, kendince olan haklı sebeplerini anlamaya çalışırsınız. Dolayısıyla empati hak vermeseniz bile danışanın haklılığını hissetmenizdir. Yargılamazsınız veya onaylamazsınız, yalnızca anlarsınız. Geriye bunu anladıktan sonra danışana haklılığını anlayabildiğini ancak bunu başka yollarla da ifade edebileceğini, bu yolun kendisine zarar verdiğini anlatmak kalır. Terapilerde empatinin önemi de danışanların büyük bir açlık duyduğu işte bu anlaşılma duygusundan doğmaktadır.

Empati, psikoterapilerde danışanı anlama ve anladığını ona hissettirme aşamalarından meydana gelir. Salt danışanı anlamak empati süreci için yeterli değildir. Örneğin ebe doğum yapan kadınla aynı sesleri çıkararak onunla empati kurmaktadır. Ebe böyle bir durumda özne ve nesne arasındaki sınırı aşarsa, doğum yapanın çıkardığı seslere kapılarak komut verme işlevlerini yeterince yerine getiremeyebilir. Bu noktada duygudaşlık kurma ölçüsünü iyi belirlemek gerekir. Empati bu anlamda ebenin annenin içinde bulunduğu durumu anlama konusunda ona rehberlik etse de ebelik işlevlerini yerine getirebilmek için daha fazlasını, ebenin eylemlerini gerektirir. Kendilik psikolojisinde empatiyi terapinin motoru yapan Kohut’a göre de terapistin görevi tıpkı buna benzer (Soysal, 2017). Empati terapötik ilişkinin ön koşulu olmakla birlikte sonraki aşama olan eyleme geçilmediğinde kendi başına anlamını yitirmektedir. Sözgelimi terapist danışanın iç dünyasına çıktığı seyahatten edindiği bilgileri, danışanına anlatmalıdır. Zira empati terapilerde bu yolla işlerlik kazanmaktadır.

Her meslektaşımın adı gibi bildiği rehberliğin ilkelerinden olan Rogers’ın geliştirdiği insancıl yaklaşım ve bu yolla yapılan danışan merkezli psikoterapilerde, Kohut’un empatiyi ön koşul olarak kabul eden yaklaşımının tersine, empati terapilerin temeline oturtulur. Bu ekole göre terapist ve danışan arasında yöneten – yönetilen ilişkisi yerine anlatan ve anlamaya çalışan iki insanın arasında kurulan bir bağ söz konusudur. Psikoterapilerin çekirdeğini iki insan arasında yapılandırılan anlamlı köprü oluşturur. Bu yaklaşıma göre, danışanı iyileştirecek güç terapötik tekniklerden ziyade, kurulan bu olumlu ilişkidir. Bu ilişkinin anahtarı da bireyi anlamak, bireye anlaşıldığını hissettirmek yani empatidir. Anlaşıldığını, düşüncelerinin değerli olduğunu ve kabul gördüğünu hisseden danışan için süreç daha pozitif ilerleyecektir. Carl Rogers bu nedenle ideal bir terapistin empatik olması gerektiğini vurgulamaktadır (Çelik, 2010). Rogers’ a göre terapist en etkili durumdayken danışanın özel dünyasına o denli nüfuz etmiştir ki sadece danışanın farkında olduğu anlamları değil, onun farkındalık düzeyinin altındaki anlamları da net bir şekilde ortaya koyabilir. Bu çok özel aktif dinleme biçimi, bilinen en güçlü değişim etkenlerinden biridir (Uluhan, tarih yok).

Empatiyi ele alan bir diğer okul ise her insanın kendi gerçekliği olduğunu savunan post modern yaklaşımlardır. Empati bu noktada terapistin danışanın kendi gerçekliğini anlamada kullandığı önemli bir araçtır. Terapistin katı kurallar çerçevesinde kalarak kendini nesnel olmaya zorlaması doğru bir yöntem değildir, velev ki terapistin tam anlamıyla nesnel olması da mümkün değildir (Özbay & Canpolat, 2003). Terapist farklı bir gerçeklikle ilişki içine girerken kendi gerçekliğini kullanmak durumundadır, empati yaparken kendi öznelliğini de işe koşmaktadır. Psikoterapilerin sağaltıcı ve değişimi tetikleyen özelliği de budur esasen. Danışanın kendi gerçekliğinden başka bir gerçekliğin de olduğunun ayırdına varmayı ve kendi dünyasına başka bir pencereden bakabilmenin mümkün olabileceğini fark etmesinin miladıdır.

Bilişsel davranışçı terapilerde empati danışan ile terapist arasında iyi bir işbirliğinin sağlanması için başvurulan bir araçtır. Bu yaklaşımın temsilcisi olan Albert Ellis’in ortaya koyduğu “koşulsuz kabul ediş” kavramı da empatiyle yakından ilişkilidir (Artıran, tarih yok). Danışanın yargılanmaya, değer biçilmeye değil anlaşılmaya ihtiyacı vardır. Burada terapistin üzerine düşen dikkatli bir gözlem ve bu gözlemin dışavurumudur.

Kimi yaklaşımlar empatiyi terapilerinin odağına koyarken kimi yaklaşımlar bir araç olarak kullanmaktadır. Bazı yaklaşımlar ise empatinin terapinin vazgeçilmez bir unsuru olmadığını savunmaktadır. Her ne kadar modern görüşte empati tek başına kullanılabilecek bir terapi yöntemi olarak kabul edilmese de, empatinin sağlıklı bir kişilerarası ilişkinin ön koşulu olduğu bilinmektedir. Empatik bir terapist danışanın içsel yolculuğunda çarpıp durduğu engellere, çatışmalara ışık tutar ve bunları dikkatle inceler. Orada edindiği izlenimlerini danışana anlatır. Bu aynı yaraya iki farklı gözden bakmak gibidir. Terapist bu açmazlarla kurduğu bağlantıları danışana anlattığında danışan için bu sorunlar açık seçik ve belki de daha kabul edilebilir hale gelir. Danışan böylelikle artık yabancı olmadığı sorunlarıyla tekrar karşılaştığında ne yapması gerektiğine dair farkındalık kazanır. Görüldüğü üzere bahsedilenler iki insanın eşgüdüm içerisinde çalışmasıyla meydana gelmektedir. Bu eşgüdümün yakalanmasında da empatinin rolü büyüktür elbette. Bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü amaçlayan psikoterapi, mekanik bir kurallar silsilesiyle değil, ortak uyumun hakim olduğu duygusal bir ilişkiyle amacına ulaşır.  Unutulmaması gerekir ki terapist elinde sihirli değnek taşıyan bir çözüm bulucu değil her şeyden önce duygusal ve rasyonel boyutlarıyla bütün bir insandır.

Kaynakça

Artıran, M. (tarih yok). Bilişsel Davranışçı Terapilerde Empati. rasyonelpsikoloji: https://rasyonelpsikoloji.com adresinden alındı

Çelik, İ. Z. (2010, Eylül). Empati. tavsiyeediyorum: https://www.tavsiyeediyorum.com adresinden alındı

Ersoy, E. G., & Köşger, F. (2016). Empati: Tanımı ve Önemi. Osmangazi Tıp Dergisi, 10.

Özbay, M. H., & Canpolat, B. I. (2003). Psikoterapide Empati Nesnellik İkilemi. Klinik Psikiyatri Dergisi, 40,43.

Soysal, Ö. (2017, Eylül 14). Terapi Sürecinde Empati. ozgesoysal: http://www.ozgesoysal.com adresinden alındı

Uluhan, E. F. (tarih yok). Psikolojik Danışma ve Psikoterapide İletişim. psikoterapi: http://www.psikoterapi.pro adresinden alındı

Sevdehan KALAYCI
Sevdehan KALAYCI

Anlamı varacağı yerde değil gittiği yolda arayan romantik bir gezgin.