1.David and Lisa (1962)

Theodore Isaac Rubin tarafından yazılan “Lisa and David” adlı kitaptan uyarlanan bu film, psikolojik sorunları olan iki gencin hikâyesini konu alıyor. Psikonevrotik genç olan David insanlarla fiziksel temas kurmaktan kaçınır çünkü ona göre fiziksel temasın onu öldürebileceğini düşünür. Şizoid kişilik bozukluğu olan Lisa’nın ise iki tane kişiliği vardır: biri kendisi Lisa ve diğeri Muriel. Bu iki gencin yakınlaşmasını ve sevginin iyileştirici gücünü gözler önüne seren bu film Oscar ve BAFTA adayı olup Altın Küre ve Venedik Film Festivali ödüllerini aldı.
2. The Three Faces of Eve (1957)

Psikiyatrist Corbett H. Thigben tarafından yazılan “The Three Faces of Eve” adlı kitaptan uyarlanan bu filmde ev hanımı olan Eve’nin çoklu kişilik bozukluğu tanısı almasını ve bu hastalıkla mücadelesini anlatıyor. Kitap ve film aslen 50’li yıllarda teşhis almış olan Chris Costner Sizemore ismindeki çoklu kişilik bozukluğu şimdiki adıyla dissosiyatif kişilik bozukluğu ile mücadele eden kadının gerçek hikâyesini baz alıyor. Film Altın Küre ve Oscar ödüllerini almış olup BAFTA ödülüne aday olmuştur.
3. Persona (1966)

Ingmar Bergman tarafından yönetilen bu filmde bir piyes sırasında suskunluğa gömülen bir tiyatro oyuncusu ile bakıcı ilişkisini konu alıyor. Dikkat çeken bir detay da filmin adı olmuştur. Bir röportaj sırasında Ingmar Bergman, filmin Jung’un kavramının filmle son derece uyuştuğunu kabul etmişti. Jung’un teorisine göre persona insanın topluma gösterdiği maskesi olarak biliniyor. Birçok ödül alan bu film aynı zamanda BAFTA ödülüne aday gösterildi.
4. Waiting for Godot (2001)

Samuel Beckett’ın aynı isimli piyesinden uyarlanan bu film sizi en derinlere çekmeyi başarır. Varoluş ıstırapları çeken iki insanın yolları kesişip Godot adındaki birini/bir şeyi beklemelerini anlatır. Filmi anlayarak izlemek için kitabı hatta gerekirse felsefi analizini yapan bir makale okumanızı öneririm çünkü olay sadece beklemek değildir. Beckett’ın da dediği gibi herkesin bir Godot’su vardır.
5. One Hour Photo (2002)

Robin Williams’ın başrolünde olduğu bu filmde yalnız yaşayan ve hiçbir sosyal hayatı olmayan bir fotoğraf teknisyeninin hikâyesi anlatılıyor. Fotoğraf teknisyeni Sy, fotoğraflarını düzenlediği insanlara bağlı olup onları ailesinin bir parçası olarak görür. Zihninde fotoğraflara bakıp mutlu hikâyeler kurarak mutlu olan Sy’ın geçmişi her şeyi açıklığa kavuşturur. Bu filmle beraber Robin Williams, Saturn Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı.
6. The Man Who Sleeps (1974)

Paris’te 25 yaşındaki üniversite öğrencisi olan bir gencin dünyaya yabancılaşmasını konu alan bu filmde bolca varoluş sancılarına ve felsefi sorgulamalara yer veriyor. Film aslen Georges Perec’in “Un homme qui dort” isimli romanından uyarlamadır. Filmde “uyuyan adam”ın iç dünyasını bir kadın sesi anlatır.
7. The Face of Another (1966)

Japon Yeni Dalga sineması ürünü olan bu filmde yüzü tanınmayacak şekilde yanan Okuyama’nın yüzünü sargılarla gizlemeye çalışması anlatılır. Film aslen Kobe Abe’nin aynı isimli kitabından uyarlamadır. Bir gün psikiyatristi ona toplumdan farklılaştırmasını engelleyecek bir maske yapmayı teklif eder. Bu sayede bu maskeyle normal biri görünecektir. Ancak o maske aynı zamanda kişiliğini de değiştirmeye başlayacaktır. Normal görünerek topluma adapte olmayı sağlayan o maske kendisini kişiliği ile de mi var edecektir?
8. Naked (1993)

David Thewlis’in başrolünde olduğu bu filmde Los Angeles’tan Londra’ya gelen Johnny ismindeki bir adamın felsefi sorgulamalarını izliyorsunuz. Hiçbir yere ait olmayan Johnny sisteme karşı olup sistemin getirdiği zorunlulukları yapmayı reddeder. Film 2 Cannes ödülü, bir Toronto Film Festivali, bir tane Uluslararası Chicago Film Festivali ödülü almış olup aynı zamanda da “En İyi İngiliz Filmi” kategorisinde BAFTA ödülüne aday olmuştur.
9. Ordinary People (1980)

4 Oscar ödülü kazanan bu film, bir ailenin trajik hikâyesini konu ediniyor. Jarrett ailesinin oğullarından birinin ölümü diğer oğul olan Conrad’ın psikolojik sorunlarına yol açıp intihara teşebbüsüne neden olur. Conrad, abisinin ölümünü görmüş olduğu için bir süre hastanede tedavi altına alınır. Döndüğünde Conrad için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır çünkü avucunda sadece suçluluk duygusu, yalnızlık ve soyutlanmışlık hissi kalmıştır.
10. Vertigo (1958)

Alfred Hitchcock tarafından yönetilen psikolojik gerilim olan bu filmde dedektif Scottie Ferguson’ın bir suçluyu kovalarken damdan düşen ortağını kurtaramaması ve bunun üzerine yükseklik korkusunun başlaması anlatılır. Vertigo hastalığına yakalandığı için mesleğini bırakan Scottie, işini bıraktıktan sonra bir arkadaşının isteği üzerine onun eşini takip etmeye başlar. Bu takip, Scottie’nin yükseklik korkusuyla mücadelesini ortaya çıkarır. Film iki dalda Oscar ödülüne aday gösterilmiştir ve Hitchcock’un başyapıtlarından biri olarak görülmektedir.
11. Masculin Feminin (1966)

Fransız Yeni Dalga akımının öncüsü olan Godard tarafından çekilen bu filmde Parisli iki gencin hikâyesine odaklanılıyor. Film aslen idealist bir gazeteci olan Paul ile ünlü olma hayali kuran, yeni şarkı kaydı yapmış bir pop şarkıcısı Madeleine’nin aralarındaki ilişkinin kanalından kapitalizmin ve sosyalizmin sorgulamalarına yer veriyor. Film, ikilinin ilişkisini anlatırken aynı zamanda dönemin kadın ve erkek rolünü Coca Cola çocukları ve Marx çocukları olarak anlatıyor. Godard bu filmle hem kapitalizme hem de kapitalizmin kölesi olmuş kadınlara eleştiri yaparak kapitalizmin ortaya çıkardığı hastalıklı tüketim kölesi olan insan rollerini gözler önüne seriyor.
12. Henry: Portrait of A Serial Killer (1986)

John Mcnaughton tarafından yönetilen psikolojik gerilim filminde 60-80’li yıllar Amerikası’nda yer alan ve iki seri katil olan Henry Lee Lucas ve Otis Toole’nin gerçek olaylardan alınmadır. Henry, insanlara, hayvanlara ve çocuklara tecavüz edip onları öldüren bir seri katildir. Aynı şekilde Henry’nin hapishane arkadaşı olan Otis de onun gibi canlılara acı çektirerek öldüren bir seri katildir. Filmde fazlasıyla şiddet sahneleri yer aldığı için bazı kısımları sansürlenmiştir. Filmdeki seri katil hakkında daha çok bilgi almak için linke tıklayınız.
13. Control (2007)

Anton Corbijn’nin ilk uzun metrajlı filmi olan Kontrol’de, efsanevi punk rock grubu olan Joy Division’ın sesi Ian Curtis’in hüzünlü hikâyesini konu ediliyor. Film, içe dönük ve beyaz yakalı olan Ian Curtis’in müzikle tanışmasını ve daha sonra epilepsi hastalığına yakalanıp konserlerinde epilepsi krizleri geçirmesini vurucu bir şekilde gösteriyor. Ian Curtis’in derin, hüzünlü ve mutsuz bakışlarıyla siyah-beyaz olarak çekilen film, yaralayıcı sonuyla izleyicide derin bir etki bırakıyor. Aynı zamanda başrol olan Sam Riley’nin Ian Curtis’e olan benzerliği film boyunca dikkatlerden kaçmıyor. 31 tane ödüle layık görülen film aynı zamanda 35 tane ödüle de aday gösterildi.
- – Zehra SİLCİ