Hepsinden önce PDR nedir? Kitabi tanım olarak bakıldığında, kişisel yardım hizmetlerini amaçlayan meslekler arasında kendine özgü yeri olan ve kişilerin daha bilinçli, güçlü ve yaratıcı bir biçimde yetişmelerine hizmet veren bir ruh sağlığı alanıdır. Kişilerarası ilişkiler temeline dayalıdır.Peki, 2050 yılına doğru gittiğimizde değişen ve gelişen teknoloji ile birlikte bu tanım ne denli değişir ya da böyle bir meslek alanı yerini başka alanlara bırakabilir mi? Burada başlangıcından beri hayatın içinde yer alan ilkel bir şey söz konusudur: daima üstünlüğe ulaşmak(Bireyin ve insan ırkının korunması, hep birey ile dış dünya arasında elverişli bir ilişki kurulması söz konusudur.). Bu en mükemmele ulaşmayı gerçekleştirme zorunluluğu hiçbir zaman sona ermez. Bu da sürekli değişen dünyanın temelini oluşturmaktadır.
Aslına bakılırsa, arada bir mantıksal davranan duygusal yaratıklarız. Bilinçaltımız, düşüncelerimizin ve hislerimizin yaklaşık %90’ını kontrol eder. Sorun şu ki bilinçaltımız pek paylaşımcı değildir o yüzden hislerimizi kolaylıkla ifade edemeyiz. Bu ruh sağlığı alanında çok büyük bir sorun teşkil etmektedir. Birey kendini ifade etmekte zorlanmakta ve sorunlarının çözümünü zorlaştırmaktadır. Duygular, fiziksel ve içgüdüsel olup genlerimize işlemiştir, o yüzden bütün insanlarda aşağı yukarı benzerdir. Öte yandan hisler, duygular tarafından başlatılır ve tamamen bilincimizdedirler. Hisler, belirli bir duyguya dair şahsi tecrübelerimizle, yargılarımızla ve inançlarımızla şekillenir. Ama bütün duygular bilinçli hislere dönüşmez. Hisler bilinçte ortaya çıktıkları haliyle, geleneksel doğrudan soru-cevap yaklaşımı kullanılarak bir noktaya kadar ölçülebilir. Oysa duygusal tepkiler kişinin kendi söylemlerine dayandığında pek de doğru ve tarafsız ifade edilmez. Günümüzde bilim insanları biyometrik teknolojilerden bahsetmektedir. Bunlar, bilinçaltı tepkilerimize erişim sağlayarak duygularımızı ölçmekte kullanılabilir. Bütün mantıksal veya duygusal tepkilerimiz, bir biçimde fizyolojik bir tepki de içerir, bu tepki davranışsal, sinirsel veya hormonal olabilir. Basitçe açıklamak gerekirse, daha zihnimiz neler olduğunu anlamadan, bedenimiz çoktan tepki verir. Biyometri, katılımcının kalp atışı ve solunum, ter, duruş, yüz tepkileri, göz hareketleri gibi nörolojik ve biyolojik tepkilerini ve beynin belirli bölgelerindeki elektriksel impulslarını doğrudan ölçen teknikleri kapsar. Bunların yanında geliştiren robotlar, birbiriyle kendi alfabelerini geliştiren yazılımlar, konuşabilen, gülebilen hatta espri anlayışına sahip olan bedene bürünmüş bir yapay zeka (Sofia) gibi sayılabilecek bir çok gelişme vardır. Teknoloji mutfaklarımızdan tutun da sosyal medya üzerinden tek bir tuş ile sokak hayvanlarına dağıtılan mamalara kadar hayatımızın her yerini giderek kaplamakta ve her şeyin yerini yavaş yavaş almaktadır: İnsan’ın bile. Günümüzde bahsedilen yapay zeka şu an böyle ise bundan 30 yıl sonra değişen ve silinen mesleklerin yanında PDR alanı da yerini bu yapay zekalara bırakır mı sorusu kafalarda belirmeye başladı bile. İnsanlaşmaya başlayan bir yapay zekadan bahsediyoruz: Duyguları hissedebilen, bunlara tepkiler verebilen ve daha bir çok şey. Yukarıda bahsedildiği gibi bireyler kendilerini açmakta, ifade etmekte bir hayli zorlanmaktadırlar ama “insanlara”, peki ya gelişen yapay zeka ile “psikolojik danışmanlaşmış” bir zekaya kendini anlatmak daha tercih edilesi olabilir mi? Neden olmasın. Bunun çeşitli yolları bile olabilir hologram yoluyla karşısında görmek istediği, bir şeyleri anlatmak ve çözüm yolu üretmek istediği şeyleri hayal etmesi yeterli hale gelebilir.Her an her dakika erişim sağlayabileceğiniz bir Psikolojik Danışman ya da Psikolog düşünün veya çocuğunuzun bütün gelişim dönemlerini takip edip düzenleyen bir program sistemi, neden olmasın.
Bu ve bunun gibi üretilebilecek bir çok teorinin yanında ufacık bir detay var düşünülmeyen. Teknoloji demek para demektir. Tüm bu gelişimler ışığında şimdi bile tam anlamıyla sağlıklı bir çözüm yolu bulunamayan bir sorunla karşı kaşıya kalıyoruz, eğer teknoloji ruh sağlığı alanında bu denli etkin hale gelirse alt SED içerisinde bulunun toplumun ruh sağlığı paspas altına mı süpürülecektir ? Bununla birlikte, ortaya çıkan suçlar ve oranları ya da her dönemin kendine özgü hastalıklarındaki artış ve çeşitleniş sayısı ne denli bir değişime uğrar? Gelişmekte olan toplum ya gerilemeye başlıyorsa , gelişen sadece dışsal etkenler ve bunları elde edebilen üst SED içerisinde bulunan insanlarsa?
Tüm bu olasılıkların yanında değişimin gidiş yönü için şunlara değinebilirim: Adler’e göre “Kişinin düşüncelerini, fikirlerini anlayan, yaşam sorunlarının karşısında aldığı hali öğrenmeye, kısa olarak yaşamın bize anlatmaya çalıştığı manayı araştırmaya uygun olan hiçbir yolu ihmal etmememiz gerekmektedir.” Yani kişinin yaşamın manasını nasıl gördüğünü incelememiz gerekmektedir. Nihayetinde onun düşüncelerini, duygularını ve hayata geçirdiği eylemlerini yöneten şeyler bunlardır. “Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, yaşamın olağan manasını kişinin hiç yerinde olmayan hareket ve davranışlarında karşılaştığı dayanıklılıkta belli olmaktadır.” Eğitim, öğretim, tedavi metotları bu iki veri arasında; yaşamın gerçek anlamı ve kişinin yerinde olmayan hareketleri arasında bir bağ kurmaktadır. A. Adler burada yaşam tarzının psikolojik araştırma yöntemlerine değinmiştir. Bunu genele uyarladığımızda ise gelişen olanaklar çerçevesinde 2050 yılında kişi yaşamı, kendini, sorunları ne denli ve nasıl algılayacak ? Gelecek hakkında kurulan ütopyalar bir kenara her şeyi belirleyecek olan soru bu aslında.
Teknoloji, olanaklar, yaşanılan fiziksel ve sosyal ortam ne kadar değişirse değişsin bireydeki değişim (düşünceleri, algıları, güdüleri..) toplumu nasıl değiştirecek?