Ünlü yazar Paulo Coelho’ya ait, dünyayı gezmek, tanımak, yeni yerler keşfetmek isteyen ve bu uğurda ailesinden ayrılıp çobanlık yapmaya başlayan Santiago’nun kişisel menkıbesini gerçekleştirme hikayesini anlatan bir kitap Simyacı. Bir solukta bitiveren ve okuru içine çeken, yalın dili ve etkileyici hikayesiyle çoğu kişi tarafından bilinen ve sevilen bir kitap. Bunun yanı sıra okurken kendi hayatınızı da gözden geçirmenize ve kendi yolculuk sürecimize dönüp bakmamıza olanak tanıyan olağanüstü bir hikâyeye sahip. Kitabın bize vermek istediği mesaj yani ana fikri hayatta herkesin mutlaka yaşaması gereken bazı şeyler vardır ki buna kader, alın yazısı ya da kitapta da sık sık dile getirildiği gibi kişisel menkıbe diyebiliriz. Bu yaşanması gereken şeyler doğrultusunda bazı amaçlar ediniriz ya da onlar gelip bizi bulur, önemli olan bu amaçlar doğrultusunda adım atmamız ve bu adımı attıktan sonra yolumuzdan dönmememiz gerektiğidir yani kişisel menkıbemizi gerçekleştirmek uğruna elimizden geleni yapmamız, sabırlı ve dirayetli olmamız. Kitapta fazlaca üstünde durulan ve aslında hikâyenin temeli olan “kişisel menkıbe” anlatılanlar içinde beni en çok etkileyen şeylerden biri oldu. Menkıbe genel tanımına baktığımızda din ulularının ya da tarihe geçmiş yiğit kimselerin olağanüstü, yüce yanlarını anlatan, dilden dile yayılıp gelen öykü demek. Fakat kitapta daha farklı olarak ele alınan kişisel menkıbe için yazar her okuduğumda altını çizdiğim şu cümleyi söylüyor: Gerçekten arzu ettiğimiz bir şeyin gerçekleşmesi için tüm evren iş birliği yapar. Kişisel menkıbe öyle bir şey ki uğruna aşılamayacak çöl, güdülmeyecek koyun yoktur. Arzularımız doğrultusunda giderken geride bıraktıklarımız kişisel menkıbemizi gerçekleştirmek uğruna çıktığımız yolculuk boyunca gerçekten bizimse eğer hep bizim için duruyor olacaktır. Kitapta eğer cesaret edip yüreğimizin sesini dinleyip peşinden gidersek tüm evrenin kişisel menkıbemizi gerçekleştirmemiz için iş birliği yapacağı, yardımcı olacağı söyleniyor. Hikâyede rüyasında delikanlıya Mısır’da piramitlerin yanında onu bir hazinenin beklediği ve onu bulması gerektiği müjdeleniyor. Delikanlı da kendi menkıbesi için gördüğü bir rüyanın peşinden çok sevdiği koyunlarını, evlenmek istediği kızı ve yaşadığı toprakları terk ediyor ve piramitlere doğru yola çıkıyor. Dilini, adetini, kültürünü bilmediği bir ülkede yolunu bulmaya çalışırken menkıbesinden vazgeçmesine sebep olabilecek türlü olumsuzluklar yaşayan delikanlı bir şekilde bu olumsuzlukların üstesinden gelmeyi başarıyor. Önce parasını hırsıza kaptıran bunun üzerine umutsuzluğa kapılan Santiago ülkesine ve koyunlarına geri dönebileceği kadar para biriktirebilmek için bir billuriye dükkanında işe girer ve fakat bu yaşananlar hem onun hem de dükkân sahibinin kişisel menkıbesinin birer parçasıdır aslında. Delikanlı da gerekli parayı biriktirdikten sonra bunu fark eder ve ülkesine dönmekten vazgeçip yolculuğunu tamamlamaya karar verir. Bu yolculukta simyacı olmak isteyen ve gerçek bir simyacıyı arayan yolculuk arkadaşı İngiliz’den ve çölün kendisinden çok şey öğrenir. Evrenin dilini çözen ve kendisine gönderilen işaretleri okumayı öğrenen Santiago bu yabancısı olduğu yerde hayatının aşkı olan Fatima’yla ve bir simyacıyla tanışır. Yolculuğu boyunca kendisi de artık bir simyacı olan Santiago suyun, toprağın, rüzgârın ruhuna karışıp evrenle bir olabilmeyi öğrenir. En sonunda piramitlere vardığında kişisel menkıbesi onu tüm bu hikâyenin başladığı yere, hazinenin rüyasını gördüğü yere dönmesini sağlar. Yolculuğu boyunca kitapta da devamlı olarak söylendiği gibi evren delikanlının kişisel menkıbesine ulaşması için iş birliği yapar. Kitaba göre herkes dünyaya kişisel menkıbesini gerçekleştirmek için gelir fakat önemli olan onun peşinden gidecek cesareti göstermemiz, işaretleri takip edebilmemiz, yüreğimizin sesini dinlememizdir. Genel olarak baktığımızda kişisel gelişimimiz için de yararlı olduğunu düşündüğüm Simyacı okunduktan sonra oturup hem kitap üzerine hem de kitapta anlatılanların da ışığında kendi hayatımız üzerine düşündüren bir roman. Okuduktan sonra kendine: Benim kişisel menkıbem ne? Hayatta ne gibi fırsatları kaçırıyorum ya da karşıma çıkan fırsatları iyi değerlendirebiliyor muyum? Şu anda kişisel menkıbemi yaşıyor muyum? Bunun için nasıl bir çaba gösteriyorum? Yüreğimin sesine kulak veriyor muyum? Hayattan zevk alıyor muyum, etraftaki işaretleri görebiliyor, onları yorumlayabiliyor muyum gibi onlarca soruyu daha sorduran ve düşündürten kitap bu yönüyle insanlara kendilerini keşfetmeleri yönünde rehberlik de etmiş oluyor aynı zamanda. Bunların dışında beni etkileyen birkaç kısım daha var kitapta. Bunlardan biri kitapta temel olarak işlenen bazı cümleler, biri ana karakter olan genç Santiago ve onun çölde yaşadıkları, biri de kitabın yalın ama bir o kadar etkileyici olan dili. İlk önce kitapta bir yandan ana tema olarak da işlenen bazı cümlelere burada yer vermek istiyorum. 1.Dünyanın ruhu insanların mutluluğu ile beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla, arzuyla, kıskançlıkla… Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün evren arzunun gerçekleşmesi için iş birliği yapar. 2.Üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır. Aşkın gücü işte burada işe karışır, çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz.3.Geleceği nasıl seziyorum? Şimdinin işaretleri sayesinde. Gizin kökü şimdidedir; şimdiye dikkat edecek olursan, onu iyileştirebilirsin. Ve şimdiyi iyileştirebilirsen, daha sonra gelecek olan da iyi olacaktır. 4.Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu. Okurken altını çizdiğim tüm bu cümlelerde anlatılanlar ve altında yatan manalar hayatın kendisini işaret eder. Ayrı ayrı sayfalarda yer alan bu cümleler aslında temel olarak tek bir şeyi anlatıyor bana kalırsa. Hayatımızda olanları kendimizin şekillendirdiği, yolumuzu kendimizin çizdiği aşikâr fakat önemli olan bu yolu nasıl çizdiğimiz. Yazarın da dediği gibi dünya bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre daha iyi veya daha kötü olacaktır. Çünkü evren bibim içinde bulunduğumuz ruh haliyle beslenir. Evet hayatta mutluluk olduğu kadar acı ve keder de vardır ve hepsi yaşanması gereken şeylerdir ama önemli olan bazı yüklerimizi ait olduğu zamana bırakmak ve yanımızda sürüklememek, kamburumuz haline getirmemek lazımdır. Bunun için “Ben ne geçmişte ne de gelecekte yaşıyorum” der yazar. “Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun.” Ve geleceğimizi da şimdide yaşadıkların sayesinde yön verebileceğini, başarmaktan, cesaret etmekten, keşfetmekten ve değişebileceğin gerçeğinden korkmazsan evrenin herkese kendi kişisel menkıbesi, kaderi yani bir anlamda gelecekleri için iş birliği yapacağını ve ulaşmak istedikleri şeylere ulaşmalarını sağlayacağını öğütler. Diğer bir konu kitabın başında anlatılan nergis çiçeğinin öyküsüdür. Her gün kendi güzelliğini görebilmek için göle giden Narkissos bir gün kendini izlerken göle düşer ve ölür. Düşüp boğulduğu yerde o gün bir çiçek açar ve ona nergis adı verilir. Bir gün gölün perileri gölü ağlarken bulur ve neden ağladığını sorarlar. Göl, Narkissos için ağladığını söyleyince periler her gün onun peşinde koştuklarını ama Narkissos’un güzelliğini yalnızca kendisinin yakından görebildiğini söylerler. Bunun üzerine göl Narkissos yakışıklı bir genç miydi diye sorar. Göl hiçbir zaman gencin yüzüne ve güzelliğine dikkat etmemiştir. Göl Narkissos için ağlar çünkü o kendi güzelliğine bakmak için her göle eğildiğinde göl onun gözlerinin derinlerinde kendi yansımasının güzelliğini görür ve artık genç öldüğü için kendine bakamayacaktır. Herkes bu hikâyeyi farklı yorumlayabilir. Benim düşünceme göre hayat bu hikâyedeki gibidir. Yani çoğumuz hayatta narsist tavırlar takınıp sadece kendimizle ilgili şeylere önem veririz, sadece bizimle ilgili olan şeyler değerli gelir. Halbuki hayatta birçok güzellik vardır ve önemli olan kafamızı çevirip bu güzellikleri görebilmektir. Narkissos ve göl birlikte geçirdikleri vakit boyunca birbirlerinin güzelliğin fark edemeyecek kadar körlerdir başka güzelliklere ve bu birinin sonunu getirmiş diğerini de kederler içinde bırakmıştır. Kitapta bunun için bir bilge “Mutluluğun gizi dünyanın tüm harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan” der. Kitapta işlenen “Yazgını takip et, mutluluğun peşinden git” gibi düşünceler, kitabın sadece görülen yüzüdür. Coelho kitabını, Mevlana’nın Mesnevi’sinde geçen “Define Arayan Adam” öyküsünden yola çıkarak yazdığını söylemiştir. Bu öyküye baktığımda da vurgu yapılan şey aynı şekilde, gerçek hazinenin insanın kendisinde olduğu, insanın kendini araması ve bilmesi gerektiği ve bu arayış içerisinde, gerçek hazinenin yansımalarının yani işaretlerin hayatta var olduğu; bu yansımaların takip edilmesi halinde gerçek hazineye ulaşılabileceği söylenmiştir. Bu noktadan bakıldığında Simyacı bir “nasihatname” konumundadır. İnsan doğar, büyür ve ölür. Olgunluğa ulaşması, bir süreç ve zorlu bir yolculuk ister. Yolculuktan dediğimiz şey burada içsel bir yolculuk, yani insanın özüne olan yolculuğudur. Bu yolculukta çekilen çileler, zahmetler, yaşananlar, yolun direkt olarak kendisi gerekli şeyler midir dersek evet öyledir çünkü hazineyi bulduğunda kıymet bilmek için zahmet çekmek gereklidir. Kitapta gence verilen ve delikanlının yolunu aydınlatan, yolculuğuna anlam katan taşlar Urim ve Tummim; bizdeki akıl ve kalptir. Yeri geldiğinde yol gösterirler, çoğu zaman ise bize karşı susmayı tercih ederler. Akıl ve kalbin sustuğu noktada Aşk ve İnanç yaşanmalıdır. Böylece kitapta sürekli bahsedilen Evren’in Ruhu’na dalabilmeliyiz. Santiago gibi Evren’in Ruhu’nun, Tanrı’nın Ruhu’nun parçası olduğunu ve Tanrı’nın Ruhu’nun da kendi ruhumuz olduğunu ancak böyle görebiliriz. Ancak böylelikle her şeyin, bir ve tek şey olduğunu idrak edebiliriz.