İNSAN DOĞASININ GERÇEKÜSTÜCÜLÜĞÜ

Sürrealizm, gerçeküstücülük anlamına gelen, Freud’un psikanaliziyle filizlenen, Avrupa’nın sosyo-kültürel çalkantılarıyla beslenen ve büyüyen, zamanla Türkiye’de de etkisini bariz şekilde gösteren bir akımdır. Esasen gerçeküstücülük bu topraklarda ta Selçuklulardan beri bulunmakta ve o dönemlerin şiir ve resim gibi sanat eserlerinde kendini göstermektedir

Sanat akımları her ne kadar içine doğduğu kültürü yansıtsa da evrensel olmak gibi bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden kültürlerin sanat akımlarını derinlemesine benimseyebilmesi olası hale gelmektedir. Sürrealizm akımı ise benimsenmesi en kısa sürebilecek akımlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni ise insan doğasındaki gerçeküstücülüktür. Freud’un da dediği gibi insan benliği kutuplar arasında sıkışmakta ve insan aslında tüm bu sıkışma anında denge kurmaya çalışmaktadır. Ego yani benlik, id ve süper ego arasında denge kurmaya çalışırken kimi zaman idin kimi zaman süper egonun esiri olur. İnsanın bu iki kutbu arasında verdiği savaş onu bazen mağlup bazen ise galip yapar.

Sürrealizm ise bu savaşta insanın galip ya da mağlup olmasıyla ilgilenmeksizin mevcut duygu ve düşünceleri olabildiğince dışa vurmayı hedefler. İnsanı o sıkışmışlık hissinden uzak tutmak ister. İdi bastırmak ve süper egoya kendini teslim etmek yerine benliğin yani egonun bu iki uç arasında gidip gelmesine izin verir. İnsanın doğasında bulunan bu zıt kutupları yaşamasını ve onlar arasında bir denge kurmasını ister.   

Duygu ve düşünceleri ifade etme şekli kişiden kişiye değişir, kimi en çok yazı yazarak kimi resim yaparak kimi de şarkı söyleyerek duygu ve düşüncelerini dışa vurur. Tüm bunların yanında insan duygu ve düşüncelerini en çok konuşarak ifade eder. Sigmund Freud’un psikolojiye kazandırdığı ve analitik yaklaşımın en önemli tekniği olan serbest çağrışım metodunun duygu ve düşünceleri ifade etmede oldukça önemli bir yeri vardır. Bu metod aslında danışanın duygu ve düşüncelerini filtrelemeden, diğerleri tarafından yargılanma gibi bir kaygısı olmadan, ilk akla geldiği haliyle ifade etmesine izin verir. Bununla birlikte danışman, danışanın bilinçaltına inerek gündelik problemler ile bilinçaltı arasında anlamlı bağlantılar kurar. Analitik yaklaşımda, bu yöntem problemin anlaşılması ve danışana yardımcı olmak adına önemli bir adımdır.

Edebiyatımızda gerçeküstücülüğü ikinci yenicilerin şiirlerinde bariz bir şekilde görebilmekteyiz. Duygu ve düşüncelerini dışa vururken eleştirilme ve kalıpları çiğneme kaygıları olmaksızın içlerini boşaltan şairlerimizin şiirleri okurlarında bambaşka bir etki uyandırıyor. Şairin aşkını, hüznünü, mutluluğunu, korkusunu olduğu gibi, kuralsız ve endişesiz anlatan şiirler sanki insana kendinden bir parça bulduruyor. İfade edemediği ne varsa özgürce anlatılıyor eline aldığı sürrealist bir şiirde.

Ne Böyle Sevdalar Gördüm Ne Böyle Ayrılıklar
Ne zaman seni düşünsem
Bir ceylan su içmeye iner
Çayırları büyürken görürüm

Her akşam seninle
Yeşil bir zeytin tanesi
Bir parça mavi deniz
Alır beni

Seni düşündükçe
Gül dikiyorum elimin değdiği yere
Atlara su veriyorum
Daha bir seviyorum dağları

-İlhan Berk

Beni Öp Sonra Doğur Beni
Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylâk kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgârın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

-Cemal Süreyya

Salvador Dali, henüz 6 yaşındayken menenjitten hayatını kaybediyor. Anne babası ise bu kayıptan 9 ay sonra doğan oğullarına abisinin ismini veriyor. Dünyaca tanından Salvador Dali işte bu resimde ismini emanet aldığı abini anlatıyor. Ve diyor ki “Doğar doğmaz tapılan bir ölünün ayak izlerinde yürüdüm. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında.”  Böylesi bir durum elbette onun kişiliği üzerinde her zaman etkisini korumuş ve yaptığı sürrealist resimlerde karşımıza çıkmıştır.

Portrait of My Dead Brother (Ölmüş Kardeşin Portresi) – 1963

Salvador Dali, henüz 6 yaşındayken menenjitten hayatını kaybediyor. Anne babası ise bu kayıptan 9 ay sonra doğan oğullarına abisinin ismini veriyor. Dünyaca tanından Salvador Dali işte bu resimde ismini emanet aldığı abini anlatıyor. Ve diyor ki “Doğar doğmaz tapılan bir ölünün ayak izlerinde yürüdüm. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında.”  Böylesi bir durum elbette onun kişiliği üzerinde her zaman etkisini korumuş ve yaptığı sürrealist resimlerde karşımıza çıkmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir