HER SON BİR BAŞLANGIÇTIR

VERONİKA ÖLMEK İSTİYOR KİTABI ÜZERİNE

“Herkesin ne olursa olsun hayatta kalmak için savaşım verdiği bir dünyada, ölmeye karar verenleri anlamak kolay mı?” diye soruyor romanında Paulo Coelho. Roman boyunca da bizlere Veronika ve akıl hastanesindeki diğer hastaların vasıtasıyla, herkesle aynı fikirde olmayan insanların toplum baskısıyla farklılıklarını gizleyerek nasıl hasta olduğunu, intihar eden ya da bunu beceremeyip sabırsızlıkla ölümü bekleyen insanların nasıl bir psikoloji içinde olduğuna ışık tutuyor. Bunu yapmakla da kalmıyor. Hayatın anlamı, tanrı, aşk, delilik, normallik, ölüm gibi kavramlara alışılmışın dışında manalar yükleyerek, bir nevi okuyucusunun ön yargılarını yerle yeksan ediyor. “Acaba duvarın arkasındaki insanlar gerçekten akıllı mı? Akıl nedir? Normallik nedir? Delilik zannedildiği kadar kötü bir şey mi?” sorularını bol bol sorguluyorsunuz romanı okurken.

Kitabın ana karakteri Veronika kısacık ömrü boyunca bütün enerjisini en başta ailesi olmak üzere başkalarını memnun etmek, herkesin parmakla göstereceği örnek bir insan olmak, toplumun “normal” tanımının dışına çıkmamak için tüketmişti. Bu uğurda da hayallerinden vazgeçmiş, annesini üzmeye hakkı olmadığını düşündüğü için sevmediği bir mesleği yapmış, insanlara bağlanmamak için duygularını hep yok saymış, değişmeye cesaret edemeden korkak bir yaşam sürmüştü. Hayatı boyunca hiç riske girmemişti. Öyle ki belli bir tepki göstermek, savaşmak durumunda kalmamak için insanlara öfke bile duymamıştı. En sonunda da hayatın büyümek, işe gitmek, evlenmek, çocuk yapmak ve yaşlanıp eziyet çekmekten ibaret olduğuna inanmıştı. “Neden yaşıyoruz? Dünya neden bu kadar acımasız?” sorularının açmazlığından bunalmış, her şeyin aynı olmasından sıkılmış ve bu anlamsızlıktan kurtulmak için de çareyi dünyadan el etek çekmekte bulmuştu. Aynı zamanda dini inançları olmayan Veronika, ölümden sonra sonsuza dek her şeyi unutacağına hemen hemen emindi.

Veronika umutsuzluklar içinde kendini öldürmeye kalktığı için yatırıldığı akıl hastanesinde bir hafta içinde öleceğini öğrendikten sonra ölüm hakkında düşünecek ve yaşamını gözden geçirecek çok vakti olmuş; Zedka, Mari ve Eduard’ın hayatlarına dokunmuş, onlarla geçirdiği kısacık günlerde dönüşü olmayan bir içsel seyahate çıkmıştı.

Hastanede bulunduğu süre boyunca tabiri caizse Veronika’ nın akıl hocalığını üstlenmiş Zedka’ nın fikirlerini okurken hastane duvarının dışındakilerin çok daha deli olduğunu düşünmeden edemedim. Özellikle delilik hakkındaki düşünceleri var olan tabuların altını boşaltacak cinsten. Zedka’ ya göre kendi dünyasında yaşayan diğerlerinden farklı olan herkes delidir. Aynı kuyunun suyunu içmiş olan herkes normaldir ve içmemiş olanlara deli gözüyle bakarlar. Hepsi aynı şeyi yaptıkları için kendilerini normal sanırlar. Sıradan olmama cesaretini gösterebilen, kendi hayallerini yaşayan herkes de onlara göre deli gömleği giyer.

Veronika’ ya kendini ve hayatının güzelliklerini keşfetmek konusunda cesaret veren Mari de Zedka ile aynı düşünceleri paylaşıyordu. Mari’ ye göre hayatın zorluğunun kaynağı karmaşa, kaos, anarşi falan değil, aşırıya kaçan düzenliliktir. Toplumda sürekli yeni kurallar koyuluyor, insanlar bir düzenin eş değer parçaları haline getirilmeye çalışılıyor. Düzeni sorgulayan ya da dışına çıkar herkese de deli nazarıyla bakılıyor. Oysa herkes kendi içsel deliliğini bilse ve onunla yaşamayı öğrense dünya çok daha iyi bir yer olurdu. İnsanlar daha yürekli, daha mutlu olurlardı çünkü farklılıkların bir zenginlik olduğunu bilirlerdi. Hayatı, başkaları tarafından doğru olduğu düşünülerek önümüze sunulmuş davranışlara göre yaşamak yerine kendi isteklerimize ve hayallerimize göre yaşadığımızda kimin deli kimin veli dediği de pek umurumuzda olmuyor esasen. Mesele yaşamayı bilmekte. Yaşamayı bildiğimizde Tanrı’nın da mucizeleri bizimle birlikte oluyor.

Bu sebeplerden ötürü çoğu hasta daha hastaneye girer girmez iyileşmeye başlıyordu. Çünkü artık semptomlarını saklamak zorunda değillerdi. Herkes birbirini olduğu gibi kabul ettiği için, acımasızca yargılamadığı için hastalar kısa sürede kendilerini daha iyi tanımaya başlıyorlardı. Akıl hastaneleri insanların deli olduklarını kabullenmekten çekinmedikleri, sırf başkalarına hoş görünmek için rol yapmadıkları bir yer.

Ürettiği tezleri okurken hayranlık içinde kaldığım hastane yöneticisi Dr. İgor’ un roman boyunca delilik hastalığının tedavisi için uğraştığını görüyoruz. Dr. İgor’ a göre Tanrı dünyanın bütün ormanlarındaki tek bir yaprağı bile bir başkasının tıpkısı olarak yaratmamışken insanlar toplum tarafından sorgulanmadan kabul edilen normlara uygun davranmaya çalışarak doğalarına aykırı hareket ediyorlar. Böyle bir durumda da organizma Doktor’ un adını kendi verdiği ancak hiçbir testte varlığı ispat edilememiş Vitriol zehrini üretmeye başlıyor. Vitriol’ ün etkisi altında olan insanlar zehirlenme sürecini “acılaşmak” olarak ifade ediyorlar. Acılaşma hastalığına yakalanan insan isteklerini, tutkularını, hayallerini yitirerek mekanik bir hayatı idame ettiriyor. İşe gitmeye, televizyon izlemeye, çocuk yapmaya devam etse de bunları zevk almadan sürdürüyor. Boş vakitlerinde ise çıldırma raddesine geliyor, çünkü kendine vakit ayıramıyor, kendisine katlanamıyor. Bu hastalığın tek avantajı artık toplum tarafından kabul görmüş olmasıdır, dolayısıyla hastanın kapatılmasına gerek yoktur. Kitabın bu bölümü çağımızın en büyük sorunu olan mutsuzluk hastalığına, anlamsızca geçip giden ömürlere manidar göndermelerle dolu.

İnsanları adeta yaşayan ölülere dönüştüren Vitriol kelimesini merak edip araştırdığımda ise bu kelimenin, tıpkı yazarın diğer bir kitabı Simyacı’ da bol bol yer verdiği gibi ustaca düşünülmüş bir sembol olduğunu fark ettim. Vitriol “Dünyanın derinliklerini ziyaret et, damıtırken gizli taşı (felsefe taşı) bulacaksın.” cümlesinin Latincedeki karşılığında baş harflerin birleştirilmesiyle ortaya çıkan bir simya terimi. Bu cümlede dünya, iç dünyamızın bir metaforudur ve asıl bilgeliğin insanın içinde olduğunu ifade eder. Bahsedilen gizli taş içimizde bulabileceğimiz şuuru temsil etmektedir. Hayatın anlamı da budur aslında, içe dönmek, içindeki milyonlarca beni keşfetmektir.

Veronika da o hapları içerek içindeki nefret ettiği birini öldürmeye çalışıyordu. Oysa içinde başka sevebileceği Veronikalar olduğundan bihaberdi. Kim bilir ne ilginç, ne meraklı, ne küstah, ne cesur, ne deli kızlar vardı orada. Biraz daha deli dolu olma hakkını kendine tanımalıydı. Annesini dinleyip hukuk okumak yerine çocukluğundan beri arzuladığı piyanist olma hayalini gerçekleştirmediği için pişmandı. Güneşin keyfini şu anda olduğu gibi çıkaramadığı için pişmandı. Sevgi, nefret, çaresizlik, bıkkınlık gibi basit ama yaşama tat katan tüm duyguları uçlarda yaşamadığı için pişmandı. İnsanların bir ömür boyu fark edemeyeceği şeyleri, yaşayamayacağı yoğun duyguları Veronika ölümle randevulaştığı bir hafta içerisinde yaşamıştı. Bunda şizofren hastalardan biri olan Eduard’ ın da rolü büyüktü. Eduard da birçok akıl hastası gibi farklı olduğu için kabul görülmeyip kendi dünyasına, kendi renklerine kapanmak zorunda bırakılan biriydi. Her ikisi de birbirlerini farkında olmadan yaşamaya yeniden çağırıyorlardı, aşık olmuşlardı.

Veronika Villette’ teki hastalardan etkilenmekle kalmamış, onun varlığı pek çok kişiyi derinden etkilemişti. Her biri kendi yaşamını yeniden gözden geçirmeye başlamıştı. Akıllarında tek bir soru vardı: Yaşama fırsatım varken bunu değerlendirebildim mi? Şüphesiz Dr. İgor’ un uyguladığı tedavi yöntemi bulaşıcıydı, yaptığı deneyle birçok insanın hayatına temas etmişti. Ne mutlu elindekilerinin kıymetini onları yitirmeden anlayabilenlere.


Her gün yeni bir başlangıç, yaşam Yaratıcı’ nın bize sunduğu muhteşem olduğu kadar başkalarının istekleri uğruna kendimizi ikinci plana atmak için de oldukça kısa bir fırsat. Yaşamasını bilenler için Tanrı her anın, her buğday tanesinin, her bulut parçasının içinde bulunabilir. Paulo Coelho’ nun da söylediği gibi “Kırılgan yaşamlarımızın her anında başımıza gelebilecek beklenmedik olayları düşünecek olursak, her yeni gün bir mucizedir.” Kıymetine vakıf olanlara tabii.

Sevdehan KALAYCI
Sevdehan KALAYCI

Anlamı varacağı yerde değil gittiği yolda arayan romantik bir gezgin.