HAKKARİ’DE BİR MEVSİM

“Başka insanlarla da, kötü beslenerek de, bebeklerin ölümünü görerek de, ölmeden, çıldırmadan yaşanabileceğini öğrendim, bu arada onların dillerinden sözcükler öğrendim, koyunlar nasıl doğurur, kurtlar nasıl köye iner bunları öğrendim. Sürgünde nasıl yaşanır, bütün bir kış boyu sıfırın altında 25 dereceyi bulduğunda soğuk nasıl donmaz insan, nasıl dayanır, insan kendi soluğuyla nasıl ısınır, bunu öğrendim, nasıl kendisiyle konuşur, nasıl dertleşir, nasıl öyküler uydurur…yaşamın önceden belirlenmiş, ezberlenmiş bir biçim olmadığını..bu arada ben de öğrendim sessizliğin sesini, ezikliğin, çaresizliğin, baş eğişin, yokluğun eşiğini..” [187-188]

Söz konusu olan yüksekliklerin verdiği baş dönmesi değil. Söz konusu çaresizlik. Bir varoluş mücadelesi miydi yaşam? Öğrenmek her zaman sancılı bir yol muydu? Hem öğreteceği hem de öğreneceği çok şeyi olan kendini arayan bir aylaktan bahsediyordu kitapta, bana göre. Denizlerden bahsediyor, deniz kenarlarında yaşadığı hayatın özleminden bahsediyordu. Oysa gerçek yaşam deniz kenarlarından mı ibaretti? Denizin rengini, denizin ne olduğu hakkında fikirleri olmayanların arasında, yüksek dağlar, sert kayalıklar, esen sert rüzgarlar arasında sıkışık kalmak neler öğretirdi insana kim bilir. Edgü şiirsel bir dille yerelden evrensele uzanmaya çalışan sorgulamalarla aydınlatıyordu bizleri. Kitabın girişinde Yabancılar Arasında Bir Yabancı başlığı altında, “Söyledim değil mi, teknem kayalara çarpıp battı.” Yabancılar arasında bir yabancı olarak aklımızda oluşan bu aylak adamın, dilini, kültürünü bilmediği bir yerde hayatta kalma mücadelesinden bahsediyordu, öğretirken öğrendiğinden bahsediyordu. Şiirsel bir dille ifade edilen cümlelerin bende oluşan hisleri ifade etmem, biraz güçtü. Kitapta defalarca KENDİNDEN KAÇMA cümlesi geçiyordu. Kitabı okurken geçenlerde okuduğum bir cümle geçti aklımdan ‘Aramakla bulunmaz bulanlar yalnızca arayanlardır.’ Sanki bu cümlenin hisleri ince ince işlenmişti bu kitaba. Aramakla bulunmaz; Sadece aramak. Bulmak için önce kendini bulmalı insan. Kendini buldu mu, zaten arama fiili kendiliğinden gelecektir. Arandığında bir şey, eğer ki kendini koyamıyorsa ortaya insan, yani aradığı şeyi hakkıyla yaşayamıyorsa, bulmak çok uzaktır o kişiye. Arama fiili bulma fiilinin içinde saklı çoğu zaman. Ararken benliğini ; öğretti öğrencilerine belki bir çok şey , mücadele verdi çocuklar için, ölen bebeler için… Bu mücadelede, bu yaşam telaşında eğer ki bulmuşsa bir şeyleri, aranmış demektir. Aranmak ise aramanın bir sonraki aşamasıdır. Edgü’nün eserinde kendi öğretmenliğinde hissettiklerini aktarmış, otobiyografi diyebileceğimiz bir yapıt. Olaylardan ziyade hisleri anlatan bu yapıtta dikkatimi çeken ve benim kitapta aklıma kazınan şu cümlelerdi. Size hayat bilgisi dersleri verdim çocuklar, ama hayatın gerçek bilgisini siz kendiniz burada, iki sınır arasında, bu dağ başındaki köyünüzden uzak kentlere gittiğinizde, askerliğinizde, öğreneceksiniz. Unutmayın ki, kitaplarda yazılanlar, okullarda öğretilenler her zaman doğru değildir. Benim için doğru olan, sizin için gerekli değildir. Öğrenmek, bilmek sadece okulda öğrenilen bilgilerden mi ibaretti? Hayat bilgisi dersi dünyanın döndüğünden, ülkemizde gerçekleşen doğal afetleri öğrenmekten mi ibaretti? Hayatın bilgeliğini, sessizliğin sesini, yokluğun eşiğini bilmek neye gebeydi. Hayatın kitaplarda yazılanlardan ibaret olmadığını, yediği ayazdan, ölen bebeklerden, sırası, kalemi olmayan çaresiz öğrencilerden, onunla aynı dili konuşamayan insanlardan öğrenmişti yazar, ve bizlere bunu bir kez daha hatırlatmıştı. Bambaşka bir şehirde, bazen gelgitleriyle, bazen tanık olduğu yoksullukla, yaşadığı coğrafyada gözler önüne serilen yetersiz yaşam koşullarını bizlere hissettirmişti. Eğer otobiyografi olarak ele alacak olursak; Yazar’ın defalarca temel ihtiyaçlar için gönderdiği mektuplardan ve mektuplara gelmeyen cevaplardan, ilaç/Doktor gibi temel ihtiyaçların karşılanmamasından ve hastalıklara karşı tutumlara bakacak olursak doğu bölgelerindeki durumu görebiliyor duyarsız kalındığını ve yazarın bundan yakındığını da hissedebiliyoruz. Halit karakteri bana göre yalnızlığı yazar Edgü gibi yabancılığı temsil ediyordu ; Halit ‘ in bahsettiği hikayede de düşündüğüm bir diğer sorun işlenen bir suçun örtbas edilmesi için Vali’nin sıfatının yeterli olduğunu hissettiriyordu okuyucuya böyle durumların var olduğunu ve olacağını hissettiren bir üslubu vardı Edgü’nün diyebiliriz. Her zaman en iyi öğrenci olan öğretmenler en iyi öğretmenlerdir cümlesiyle karşılaştım sosyal medyada, yazarın öğrencileriyle konuştukları dil farklıydı dillerini öğrenmeli kendi dilini öğretmeliydi yani yazarımız hem öğretmen hem de öğrenci olmuştu, bir süre sonra öğrenciler yazarın dilini öğrenmiş, öğretmenimiz de öğrencilerin dilini öğrenmişti. Bu örnek bana bu cümleyi hatırlatıyordu, öğretmek öğrenmekten geçer elbette ama öğrenmeyi öğretmek, öğretirken öğrenmek herkesin harcı değildir elbette. Fakat gözlemlendiği üzere farklı dil veya etnik kökene sahip bir nüfus yapısına asimilasyon örneği olduğunu ifade etmek isterim. Doğu’da bir çok insanın, dili Türkçe değildi. Ve yazarın yaşadığı zorluğu kim bilir kaç eğitimcimiz yaşadı? Kim bilir kaç öğrenci diğer bölgelerdeki yaşıtları okuma yazmayı bildikleri zamanda anlaşabilmek, öğrenmek ve eğitilmek için başka bir dil öğreniyordu. Öğretmek öğrenmenin eleğinden geçmelidir.

‘ARAMAKLA BULUNMAZ,BULANLAR YALNIZCA ARAYANLARDIR.

  • Gizem Selma AYDIN