Şiddet ne saçma, ne korkunç ve ne gereksiz bir olgudur. Hele çocuğa karşı uygulandığında bir o kadar da adaletsiz, yanlış ve onur kırıcı bir hale bürünür. Evet, şiddet öğrenilmiş bir davranıştır ve evet şiddet uygulayanlar her daim şiddet görmüş bireylerdir. Şiddetin kaynağı öfke, öfkenin kaynağı ise korkudur. Yani bir kişi şiddet gösteriyorsa öfkeli dolayısıyla bir korkuya sahip demektir.
Peki, bu döngüyü kırmanın bir yolu yok mudur? Yani kıyamete kadar şiddetle tanışan insanlar şiddet göstererek mi yaşayacaklar? Elbette hayır!!! İşte tam burada insan ırkının bilişsel ve duyusal yanı devreye girmeli. ‘Ben babamdan (veya annemden) dayak yerken neler hissetmiştim?’ sorusunun cevabını düşünmelidir. Böylece ortalık aydınlanacak ve: ‘Canımın yanmasından çok onurumun kırılması üzmüştü beni’ veya ‘Neden bana değil de komşu çocuğuna inandı ki?’ ya da ‘ Amacım camı kırmak değildi ki sadece top oynamaktı.’ gibi cümleler dökülecek ağızlardan. Ve ‘Benim yaşadığım bu haksızlık ve yanlışlığı çocuğum yaşamamalı’ düşüncesi ve kararlılığı değiştirecek her şeyi. Evet, bizim yaşadığımız haksızlığı başkaları hatta kendi çocuğumuz neden yaşasındı?
Bu konu beni eskilere götürdü: Dedem de bir zamanlar babamı döverek terbiye etmeye çalışmıştı (muhtemelen O’nun babası da aynısını O’na uyguladı). Babam da otomatikman çocuklarına uyguladı tabii. Ben eskilerin tabiriyle ‘akıllı’, sakin ve kurallara uyan bir çocuk olduğum için pek yemedim dayağını babamın ama kardeşim epey yara aldı bu konuda. Oysa ne severdi bizi. Düşündükçe inanamıyorum bunu nasıl yaptığına. Demek ilk öğrenilen şeyler en güçlü bilgiler olarak kalıyor insan hayatında. Yoksa bir insan neden kendinin hırpalandığı, acı çektiği, üzüldüğü bir şeyi çocuğuna uygulasın ki? Tek bir neden geliyor aklıma o da o küçük canlı, ebeveynine o kadar bağlı ve hayran ki onun yanlış bir şey yapabileceği ihtimali gelmiyor bile aklına. ‘Madem annem-babam yaptı doğrudur’ deyip onların izinden gidiyor. Ne acı! Hatta tanıdığım kimi insanlar ‘İyi ki anam-babam zamanında dövmüşler. Yoksa akıllanmazdım, adam olmazdım.’ bile diyorlar. Bu cümle ebeveynlere hayranlık duyulmasının ne denli kendimizden üstün bir inanç olduğu konusunu haklı çıkarıyor.
Maalesef ana-babalara duyulan sevgi ve saygı çocuğun büyümesine, bireyleşmesine engel oluyor(özellikle bizim gibi ülkelerde). Bu durumun sağlıklı olmadığı aşikârdır. Bu döngünün kırılması da diğer birçok döngünün kırılması gibi zor olmakla birlikte eğitimle mümkündür ancak. Eğitim sayesinde bireyler hak ve özgürlüklerinin farkına varabilir, özsaygı ve öz değer kavramlarını keşfedip kendilerine saygı ve şefkat duydukları gibi başkalarına; hele ki çocuklarına duymaları gerektiği düşüncesini yeşertebilirler. Böylece şiddetin işe yaramadığı, sakince yapılan duygu ve düşünce alışverişinin yani iletişimin çok daha etkili olduğu gerçeğini fark edip bambaşka bir seviyeye geçmiş olurlar. Şiddetin ilkel insana has bir özellik olduğunu, sorunları çözmede değil tam tersine büyütmede rol aldığını görebilirler.
Bu konuda en büyük görev medya ve sivil toplum kuruluşlarına düşmektedir. Devlet ve özel kuruluşlar el ele vererek, ana-baba eğitimleri yapar ve bu gerçekleri duyurursa, toplumsal bir bilinçlenmeye katkı sağlayabilirler. Böylece dilerim ki o minik kalpler ve beyinler örselenmeden, yara almadan, özel ve değerli oldukları inancıyla büyütülür ve çevrelerine ışık saçarlar. Çünkü geleceğimiz çocuklarımızdır ve onlar ne kadar sağlıklıysa ülke ve toplum olarak bizler de o kadar sağlıklıyız.
– Nadide DEMİRKAYNAK