Güneş, ayağındaki hâki sandaletlerin parıltısını artırıyor ve ayaklarını kavuruyordu. Yeni evlerinin önündeki kaldırıma oturmuştu küçük kız çocuğu. Sırtı eve dönüktü. Gözleri yaşlı,yola bakıyordu. Yaşı kaçtı emin olamıyordu, hesabı hiç tutturamıyordu. Ailesi memurdu, tayinleri çıkmış ve yeni bir şehre taşınmışlardı. Anıların üzerine kapıyı çekip çıkmışlardı. Güneş nasıl kavuruyorsa ayaklarını, hasret de öyle kavuruyordu minik yüreğini. Geride kalan hayatını düşünürken
, dalıp gitmişti uzaklara. O sırada Erol amca yanına yaklaştı. Ev sahipleriydi Erol amca, karısı ve iki çocuğuyla birlikte üç katlı evlerinin ikinci katında yaşıyordu. En üst kat boştu, evlenince oğluna verecekti. Birinci katı ise küçük kız ve ailesi kiralamıştı. Yeni okuluna yakındı ev, yeşil ve sarı boyalıydı. Ön bahçede büyük bir vişne ağacı vardı, yaz bitiminde oldukları için dalları boştu. Kız ancak sonraki yaz tadabilecekti, iri ve ekşi vişneleri. Erol amca kaldırımdaki ceviz fidanını işaret ederek, ‘’Bakalım siz buradan taşınana kadar bu fidan mı daha çok büyüyecek yoksa sen mi?’’ diye sordu. Küçük kız yarım bir bakış attı, yavaşça ayağa kalktı. Henüz dizinin altındaydı ceviz fidanı. Boş gözlerle baktı ve ben daha çok büyürüm diye geçirdi içinden. Sustu, cevabı kendine sakladı.
Yaz bitti, okullar açıldı. Tuttu babası küçük kızın elinden,caddenin karşısına geçirdi. Biraz ilerlediler, önce sola sonra sağa döndüler. Durdular bir okulun önünde, kızın başı önde. Orada karşılaştı ilk kez Nuri Öğretmen ile. Bıyıklı ve seyrek saçlı bir adamdı, otuzlu yaşlarının sonundaydı. Sert bir görünümü vardı ama iyi bir adamdı. Bir hikâyesi vardı Nuri Öğretmen’in, kız okuyunca çok etkilenmiş ben de öğretmen olacağım demişti. Yıl 1996, bir köyde çalışıyordu Nuri öğretmen. O sırada, birinci sınıfları okutuyordu. Türkçe dersinde, herkesi sırayla tahtaya kaldırıyordu. Sıra bir kız çocuğuna gelmişti ancak çocuk bir türlü kalkmıyordu. Herkes ona bakıyordu, Nuri öğretmen anladı bir terslik olduğunu. Kızın sırasının yanında bir ıslaklık olduğunu gördü. Kız belli ki altını ıslatmıştı ve utandığı için ayağa kalkamıyordu. Başka bir öğrenciden bir bardak su istedi Nuri öğretmen. Suyu ağzına götürürken bilerek sendeledi ve altını ıslatan öğrencisinin üzerine döktü. Tüm öğrenciler inanmıştı öğretmenin sakarlığı sonucu kızın üstünün ıslandığına. Kızın gözlerinin içi güldü. Artık rahatlıkla kalkabilirdi tahtaya.
Nuri öğretmen tuttu kızın ellerini, götürdü sınıfa. Haydi dedi tanış, tokalaş yeni arkadaşlarınla. Bir çocuk herkesten fazla sıktı kızın elini. O anda evrenin bir yerlerinde büyük bir şeyler oldu. Kozmik bir şeyler ya da İsa’nın çarmıha gerilişi gibi bir şey. Sonsuza kadar süren bir dostluk, yarım kalacak bir sevda. Artık adı her ne olursa. Gülümsedi çocuk kızarmış yanaklarıyla.
Çocuğu kimse sevmemişti daha önce, ailesi bile. Bağırırdı sürekli, bazen vurduğu da olurdu diğer öğrencilere çünkü öyle görmüştü evde. Asabiydi, yalnız kızın yanında gülümserdi. Kız onu anlayamazdı, onun evinde kavga gürültü hiç olmazdı.Bir şekilde karşılaştırdı hayat onları. Kız biliyordu bir gün bu şehirden de gideceğini. Anıların üzerine kapı kapatmak değildi taşınmak, artık öğrenmişti. Bir dosta veda demekti. Ne zaman aklına gelse bu düşünce kovuyordu hüzünleri, hep erteliyordu üzülmeyi. Yıllar böyle geçti. Çocuk daha da sıkı tuttu kızın ellerini. Derken yine yüklendi eşyalar bir kamyona. Yaşlar küçük, yollar büyüktü. Son kez sarıldı çocuğa, omzu ıslandı gözyaşlarıyla. Kaldırımdaki ceviz fidanı, kocaman bir ağaçtı artık. Yanılmıştı kız, öğrendi ki ceviz ağaçları çabuk büyürmüş çocuklardan. Sevda ise daha çabuk büyürmüş,çocuklardan ve ceviz ağaçlarından.
‘’Anne!’’ dedi. ‘’Bardakları sardın da kalbimi neden sarmadın gazete kağıtlarına? Bak paramparça olmuş, savrulmuş durmuş oradan oraya. ‘’Anne!’’ dedi kız. ‘’Her şeyi yükledik o kamyona da bir sevdayı sığdıramadık mı?’’ Annesi anlamadı kızı. Kız o gün çocuğu daha iyi anladı. En yakınların bile görmezse acını, kalır mı insanın tutunacak dalı?
Yıllar geçti, yollar ayrıldı, bir daha asla karşılaşmayacaklardı. Önce anılar unutuldu, sonra yüzler. Derken sesler silindi,hafızadan izler. Bir fotoğrafta kaldı çocuğun hatırası; siyahsaçları vardı, al al yanakları, bir de dağınık kaşları. Koşarken beton bir sahada, düşse dizleri kanasa canı yanmaz, ağlamazdı. Nasıl olmuştu da kızın gidişine ağlamıştı? Anlamazdı. Sonunda çocuğun bu sevdayı taşıyacak gücü kalmadı. Kimseye anlatamadı, hep içinde sakladı. Kız ise anlamayan kalplere anlatmaktan usandı. Büyüdü çocuk, kız hep küçük kaldı.
Sıcak bir Haziran sabahıydı ve her şey o gün başladı. ‘’Annehadi geç kalacağız, hep aynı şeyi yapıyorsun!’’ diye bıkkın bir tavırla söylendi kız. Annesi cevap vermedi, holdeki aynada kendine bakmaya devam etti. Kadın altmışlı yaşlarındaydıama daha genç gösteriyordu. Sahi o göstermesin de kim göstersin? Yıllardır kırışıklıklarını yok ettirmek için doktor doktor geziyor, kızı da peşinden sürüklüyordu. Aynaya biraz daha yaklaştı ve kırışan göz çevresine gezdirdi parmak uçlarını. Kız, ayakkabılarını giymiş annesini bekliyordu. Kadın kapıya doğru baktı, kızı baştan aşağıya süzdü ve ‘’Şu haline bak böyle düğüne mi gidilir, sana giyinmeyi bir türlü öğretemedim.’’ dedi. Kızın yüzünün düştüğünü gören kadın,çok uzatmadan kapıya doğru yürüdü. ‘’Neyse zaten çok fazla durmayız, hiç sevmiyorum şu düğünleri ama ne yapalım kaç senelik dostumun kızı evleniyor. Yarın bir gün sen de evlenirsen kim gelecek düğüne’’ dedi kadın. Sen de evlenirsen kısmını bastıra bastıra söylemişti. Kız yine başlıyoruz diye geçirdi içinden. Cevap verirse iyice uzayacağını biliyordu, denenmişti daha önce. Neymiş yaşı gelmiş de geçiyormuş, ailede evlenmeyen bir o kalmış, artık torun sevmek istiyorlarmış. Kız halinden memnun gibiydi, milletin çenesi dursun diye evlenip, sırf annesi torun istiyor diye çocuk yapacak değildi. Apartman kapısını açmak üzere yeltendiğinde, bir görüntü belirdi zihninde. Ceviz ağaçlı evin,demir kapısı. Siyah beyaz boyalı, güzel bir kapıydı. Acaba şimdi nasıldı, duruyor muydu yerinde, yoksa paslanınca söküp yenisini mi takmışlardı? Ev duruyordu yerinde, daha geçenlerde eski bir tanıdık fotoğrafını atmıştı. Yeşil sarı boyanın üzeri, kahverengi ile kaplanmıştı ama kızı üzen şey cevizin orada olmayışıydı. Kaldırımı kapatıyor diye kesmiş belediye, oysa onu oraya diken de aynı belediye. Çocuklar bilmez cevizlerin çabuk büyüdüğünü de nasıl olur da bilmez koskoca belediye? Ondan fazla büyüdü diye kızgındı cevize ama yine de üzüldü bir dostu kaybetmişçesine. ‘’Hadi, ne bekliyorsun. Geç kalıyoruz diye acele ettirdin şimdi şu yaptığına bak. Bir kapıyı açmak bu kadar mı zor. Beceremeyeceksen çekil, ben açarım.’’ Kız fazla dalmış olacak ki annesinin sesiyle irkildi. Kapının mandalı elinden kayıp gitti, tok bir demir sesi yankılandı apartman boşluğunda. Sessiz ve duygusuz bir ifadeyle ‘’Kusura bakma anne.’’ diyebildi. Çocukken annesi ile arası iyiydi ama şimdi birbirlerini anlamıyor, sürekli tartışıyorlardı. Arabanın içi sıcaktan yanıyordu. Yaşlı kadın bir yandan sağ torpidoda güneş gözlüklerini arıyor diğer yandan da oflayıp pufluyordu. Kız arabayı çalıştırdı ve yola çıktı. Gözü yoldaydı ancak aklı uzak bir şehrin kaldırımında kalmıştı. Kırmızı bir araba geçti yanlarından, arka koltuğunda küçük bir oğlan. Kız gülümsedi. Annesi gülümsediğini fark etmiş olacak ki bir an oflamayı kesti. ‘’Ne o kız evdeyken pek bir mutsuzdun şimdi ağzın kulaklarında.’’ Kız gülümsemişti çünkü aklına o gelmişti. Çocukla beraber kaldırıma oturup geçen arabaları seyrederlerdi eskiden. Uzaktan kırmızı bir araba görünce hemen ayağa fırlardı çocuk, heyecanla bağırırdı. ‘’Ben de büyünce aynı böyle bir araba alacağım! Her yere gideceğiz seninle hatta şehir merkezine bile.’’ derdi. Kız bunun için gülümsediğini annesine anlatsa kadın alay ederdi. ‘’Kaç yaşına geldin, arkadaşların evlendi, çoluğa çocuğa karıştı, sen daha yüz yıl önceki olayları düşün dur.’’ derdi. Kız bu sözleri hiç kaldıramazdı şimdi. ‘’Aklıma komik bir şey geldi de ona güldüm’’ dedi. Annesi sabır çekti. Kız bu anıları unuttuğunu sanmıştı, şimdi birden aklına düşünce heyecanlanmıştı. Yine de bunları düşünmemeye çalıştı çünkü bir filmde duymuştu ki nostalji inkâr demekti şimdiki acı veren zamanın inkârı.
Düğün yerine gidebilmek için ana yoldan çıkmak gerekiyordu.Kız direksiyonu köy yoluna doğru kırdı. Annesi muhabbet açmaya çalışarak ‘’Kaç yıl oldu görmedim arkadaşımı, düğün olmasa yine görüşebileceğimiz yok. İnsanın yaşlanınca eski dostlarını bir göresi geliyor. Kızı da son gördüğümde emekliyordu, şimdi bak gelinlik çağa gelmiş.’’ Annesinin bu sözleri zihninde yalnız birer uğultuydu, o farklı bir âleme dalmıştı. Bir ceviz bahçesinin önünden geçiyorlardı. Arkalarından hızla bir kamyon geliyordu. Kız kamyonun onları sollayacağını düşünerek direksiyonu hafif sağa kırdı ve yola çok yakın olan ceviz ağaçlarına baktı. Aniden büyük bir gürültü yankılandı, ardından fren çığlığı. Kız yeni dikilmiş bir ceviz fidanının yanında boylu boyuna yatıyordu. Gözleri kapanmıştı ama yüzü gülüyordu. Yirmi dakika ya oldu ya olmadı kırmızı bir gelin arabası aynı köy yoluna saptı. Şoför koltuğunda damat vardı. Sesi duyan köylüler olay yerine toplanmıştı, damat kalabalığı görünce bir kaza olduğunu anladı. Ancak duramazdı çünkü bugün düğünü vardı. Kalabalığı geçince dikiz aynasında kendine baktı, dağılmış kaşlarını taradı. Yanakları kızarmıştı.