BİZİM KÖY

‘Çoban kaval çalar, anın hayatı şairanedir, fısıldaşır sükût eder, bu güzel bir teranedir. gibi dörtlüklerdeki havayla düşünenler, bu memleketi tanımıyorlar; gerçekleriyle hall-i hamur olmadıkça köyü bildiğimizi iddiadan, onun adına avukatlık etmekten vazgeçelim bari. İfadesini kullanıyor Makal kitabında. Hani hepimiz köyde yaşam gibisi yok, doğal ortam, temiz hava diye düşünmüşüzdür hayatımızda en az bir kere. Peki köy gerçekleri neydi? Zamanında köy yaşamı nasıldı? Köy yaşamının temel kuralları neydi? Tek tek başlıklar halinde belli konuları ele alan yazarın bizlere sunduğu bütün bir tablo vardı KÖY YAŞAMI GERÇEKLİĞİ. Temel ihtiyaçlarını karşılamayan bir halkın eğitimden bihaber olduğunu, yoksulluğun belirtilerini eğitimsizliklerinde, açlıklarında, cehaletlerinde gözlemleyebiliyordum. Kitabı okurken kendimi Köy Enstitüsünden mezun olup, köy yaşamını gözlemleyen Makal gibi hissediyordum. Bence kitapta ele alınması gereken en büyük sorunlardan birisi, yanlış inanışlar ve gelişime açık olunmamasıydı. Okul kavramı bile onlar için gidip gelsin işte ona yeter, askerde yetecek kadar öğrensin gibi ifadelerden ibaretti. Öfkelilerdi neye öfkeli olduklarını kendileri de bilmiyorlardı kızdıkları şey düzene uyum sağlamayan her şeydi, asıl sorun yetersiz mahsul, geri kalmışlık olsa da onlar bunlara boyun eğmeye alışmışlardı. Beslenme düzenleri, tuvalet ihtiyaçlarını dahi yeterince karşılayamayan bu halkın eğitim ile ilgili gereksinimlerine nasıl sıra gelebilirdi ki? Ölen insan sayılarını hesaplayacak kadar dahi bilgileri olmayan bir halktan öğretmenin ve öğrenmenin yüceliğini kavrayamamalarına çok da şaşırmamak gerekti. Makal, onların sorunlarını dergide ses olmak amacıyla yayımladığı vakit babası dahi herkes karşı gelmişti, bir eğitimcinin çabası anlaşılmıyordu. Makal pes etmemiş öğrencilerini yetiştirmeye gayret göstermişti. Yoksulluklarını olması gerekeni anlatmaya çalışılsa da nafileydi; saat almaya bile karşı çıkmış olan bir halka nerden yardım etmeye başlanırdı ki? Makal dergilerden, gazetelerden bahsediyordu, onlarla bilgisini genişlettiğini hissettiğini ifade ediyordu, köyde ise insanlar pencerelerini kapatsın diye kullanıyordu gazeteleri, onlar için sadece cam görevini görüyordu o kağıt parçaları. Makal ile köylü arasındaki bu fark tüm meseleyi özetliyordu bana kalırsa. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum diyerek kurtuluşun ilimle, okumakla, eğitimle olacağını ifade eden Hz. Ali ile aynı dine sahip olduğunu düşünen halk, köyün öğretmenini en ağır suçlamalara maruz bırakmış, gerektiği değeri vermemekle kalmaz şık diye adlandırılan şeyhlerin en çok olduğu komşu köyün öğretmeni dövülmüştü. Neye inandıklarını kendileri bile bilmiyordu, köye gelen bir hafız el üstünde tutuluyordu, o köyden o köye para topluyor, onların dualarını alıyor uğurluyordu, en büyük ölçüleri buydu, okuma yazma bilmeyen bir toplum gerçek inanışı ne kadar bilecekti ki ? Hafız onlara göre kusursuzdu, cahillik o denli kapatmıştı ki gözlerini kendileri öğretmeni işe yaramaz görüp maddi ve manevi olarak onları sömüren bir ahmağa inanıyorlardı. Sadece bunlarla kalmayıp başları olarak nitelendirdikleri bir Şeyhe kendi samanları az olduğu halde sevap kazanacakları düşüncesiyle kendi samanlarını taşımışlardı. Eğitimin süzgecinden geçirilmeyen her kavram yanılsama ile sonuçlanır. Cehaletin perdesini aralamayan beyinler için, yaşamlarını bütünleştirdikleri din kavramını dahi devrim ve kurtuluş olarak değil bir uyuşma olarak yaşamakta olduğunu bizlere hatırlatacak bir çok örnek görülüyor kitapta. Bana kalırsa din kavramı bilginin ve aklın süzgecinden geçmediği sürece Karl Marx’ın da dediği gibi ‘Halkın afyonudur.’ Makal’ın ızdırabı eğitimin ve yoksulluğun önüne geçememesiydi. Gerçi yoksulluğun en büyük getirisi de eğitimsizlikti ya. Kara tahtanın, saatin, sıranın hatta bir okul binası olmayan bir köyde debelenip duruyordu öylece, yapayalnız. Günümüzde de Mahmut Makallara ihtiyacımız var, ne olursa olsun çabalayan, öğrenmekten, öğretmekten vazgeçmeyen nice öğretmenlere minnettarız. Gelişen ve değişen dünyanın etkisiyle; özellikle de teknolojinin getirisiyle biraz geriden de olsa köy yaşamı düzelmişti, kitaplara erişim kolaylaşmıştı en azından her köyde bir okul mevcuttu. Eğitim işlev kazanmıştı artık, tarımla geçinen köy halkının istihdam düzeyi düşük ve eğitimle üretim faaliyetlerinin istihdamına sahip olmaları olası hale geliyor, birbirlerini tamamlayan paradoksun içinde devam ediyor bu süreç. Makal, çöken okulu için yardım istese de geri dönüt alamamıştı, okul için bütçe ayrılmamıştı. Denetimsiz bir devlet gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz maalesef. Günümüzde ise devlet bu konuda daha iyi bir denetime sahipti. 1997-1998 yılları arasında 8 yıllık zorunlu ilköğretim uygulamasının ülke genelinde başlaması eğitim için önemli bir adımdı. İlerleyen yıllarda 2012-2013 yıllarında 4+4+4 şeklinde kademelendirip,8 yıllık zorunlu eğitimden 12 yıllık zorunlu eğitime çıkarıldı. Bu durumun böyle olması en azından okur-yazarlığı ve gelişme düzeyini etkilediğini düşünüyorum. Günümüzde bir çok veli kendi çocuğuyla beraber okuma yazma öğrenmektedir. Bu da halkın daha bilinçli olmasına sebep olmuştur. Günümüzde çocuğu için dişini tırnağına takan nice güzel insan var şimdi bu memlekette. Nice öğretmen var ki online süreçte bile bizlerden desteğini ayırmayan, bizlere varlıklarını daima hissettiren. Daha güzel yarınlara umutla…

  • Gizem Selma AYDIN