Ahlak, geçmişten günümüze insanlığın en çok karşıt görüşlerde bulunduğu olgulardan biridir. Bir çok filozof, ahlak olgusunu kendi felsefi yaklaşımı ekseninde tanımlamış ve buna paralel olarak insanın ahlaki gelişimine dair çeşitli görüşlerde bulunmuştur. Ahlak kelimesinin etimolojik açıdan kökeninin Arapça “hulk” ; Yunanca “ethos” ve Latince “mos” kelimelerine dayandığı bilinmektedir. Arapça “hulk”, “huy” anlamına gelmektedir. Ahlak kelimesi Tdk sözlüğünde “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri, kuralları veya iyi nitelikler, huylar” olarak tanımlanmıştır. Peki iyi ahlakın ölçütü nedir? Ahlak kurallarını ne belirler? Evrensel ahlak yasaları var mıdır? İnsan özünde özgeci mi yoksa bencil midir? İnsan doğası ahlaklı olmaya uygun mu; insan ahlaki eylemde özgür müdür?
Tüm bu sorular ahlak felsefesinin temel problemleri olarak ele alınmaktadır. Bu sorular karşısında oluşan fikir ayrılıkları bize ahlakın tek bir tanımının yapılmasının aslında mümkün olmadığını gösterir. Bazı düşünürler haz veren eylemlerin iyi, acı veren eylemlerin ise kötü olduğu kanaatine varmışlardır. Epikuros’a göre; insanın temel amacı hazzı yakalamaktır ve erdemli olmak ölçülü yaşamaktır. Utilitarist (faydacı) ahlak anlayışının savunucularından J. Bentham ve Stuart Mill ise bir eylemin ahlaksal olarak doğruluğunun, en çok insana en üst düzeyde mutluluğu sağlıyor olmasına bağlı olduğunun ve eğer çoğunluk yarar görecekse az sayıda insanın zarar görmesinin göze alınabileceğinin altını çizerler. J. Bentham’a göre insan doğası gereği acıdan kaçar ve hazza ulaşmayı arzular ve bu haz insanı mutlu kılar. İnsan, eylemlerini doğasında yatan bu hisler çerçevesinde gerçekleştirir. İnsan mutluluğu arar ve mutluluk, bireyin kişisel çıkarlarının ötesinde çevresindekilerin de mutlu olmasına bağlıdır. Bu nedenle insanı mutluluğa götürecek en yüce haz, olabildiğince çok sayıda insana en çok fayda sağlayan hazdır. Kant’a göre ise ahlaki eylemin amacı mutluluk değil “ödev” olmalıdır. Ödev, iyiyi istemedir. Bunun gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir. Yani bir yoksula yardım etmek istediğinizde zorunlu hissetmeden, sadece yardım etmek istediğiniz için yardım ettiğinizde ödev ahlakına uygun davranmış sayılırsınız. Dolayısıyla bu görüş birine yardım etme niyetiyle hareket edip yardım edemeseniz bile bu eylemi ahlaki saymaktadır. Sokrates’e göre ise tüm insanlara yol gösterecek objektif bir ahlak yasası vardır. İnsanın eylemlerini belirleyen bir takım temel normlar ve değerler vardır. Bu değerlerin kaynağı insanda değildir. İnsanın nasıl eylemde bulunacağına, bu değerler ışığında akıl karar vermelidir. Sokrates’e paralel olarak Platon da ahlak olgusunu oluşturduğu idealar kuramına bağlı olarak açıklar. Ona göre bir eylemin iyi ya da kötü olması, “İyi ideası”na uygun olup olmamasına bağlıdır. İnsanın en yüksek amacı, iyi ideasına ulaşmaktır. Spinoza da evrensel bir ahlak yasasını kabul eden düşünürlerdendir. Spinoza’ya göre evrensel ahlak yasasını belirleyen en önemli öge, insanın kendisinin de bir parçası olduğu doğa düzenidir. Doğa yasalarına uyan eylem iyi; uymayan eylem ise kötüdür. Ahlaki hayat aklın tutkulara karşı olan savaşından ibarettir. Anarşist yaklaşım ise hukuk gibi ahlakın da insan özgürlüğünü kısıtlayan kurallardan ibaret olduğunu belirtir ve evrensel ahlak yasasını reddeder. Nihilizmin savunucularından Nietzsche de köle ahlakı olarak nitelediği geleneksel ahlak anlayışına karşı çıkarak, ahlak dışı bir öğreti kurmaya çalışmıştır. Ona göre yaşamın temel nedeni güçlü olma isteğidir. Mutluluk hazda değil, güçlü olmadadır.
Ahlak ile ilgili birbirinden farklı tanımlar ve yaklaşımlar olduğu gibi ahlakın gelişimiyle ilgili de fikir ayrılıkları yaşanmıştır. Ahlaki gelişim ile ilgili üç temel felsefi öğreti bulunmaktadır. Bunlar; günah öğretisi, doğuştan masumluk öğretisi ve boş levha öğretisidir. Günah öğretisi spiritüalist eğitim felsefesinin de özünü oluşturmaktadır. Bu öğretiye göre insan günahkar olarak doğar ve eğitimin amacı da günahkar olan bu varlığı günahlarından arındırıp iyiye yönlendirmektir. Çocuğun ahlaki gelişimi günahlarından arındığı ölçüde tamamlanacaktır. Bu noktada çocuğun çevresinin ve yetişkinlerin yönlendirmesi belirleyici konumdadır. J.J. Rousseau’nun temsil ettiği doğuştan masumluk öğretisine göre ise; insan masum doğar, ahlak dışı tüm davranışları ise yetişkinlerinden öğrenir. Bu nedenle ahlak gelişiminde günah öğretisinin aksine bu öğretide yetişkin müdahalesinden uzak bir anlayış hakimdir. J. Locke’un temsil ettiği boş levha öğretisine göre ise insan doğuştan ne masumdur ne de günahkardır. İnsanın ahlak bakımından nötr olarak dünyaya geldiğini savunan bu öğretide dünyaya geldikten sonraki yaşantılar ve verilen eğitim sonucu insanın ya ahlaklı ya da ahlak dışı eylemlerde bulunan bir kişiye dönüşeceği belirtilir.
Görüldüğü üzere son derece ikircikli görüşlerin bulunduğu ahlak olgusu ve ahlaki gelişim ile ilgili; tüm bu felsefi görüşlerin ışığında, psikoloji alanında da çeşitli çalışmalar yürütülmüş ve birden çok yaklaşımda bulunulmuştur. Ahlakın gelişimini vicdanın gelişimine bağlı olarak açıklayan psikanalitik kuram, bireyin gelişiminde ahlak gelişimini ele alan ilk psikolojik kuram olmuştur. Psikanalitik kuramın felsefi temeli; insanın doğuştan kötü olduğunu ve sosyalleşme süreci içerisinde iyi olana yönelebilmesi için yetişkinlerin yardımına ihtiyacı olduğunu savunan günah öğretisine dayanır. Freud’un kuramında ele aldığı temel kimlik yapılarından id (alt benlik) , insanın özünü oluşturan vahşi yanını temsil etmektedir. Freud ahlak gelişiminin; insanın özünde olmayan ancak sonradan ebeveynleri, yakın çevresi ve toplumsal algıların vesilesiyle gelişen süperego (üst benlik) ile birlikte tamamlandığını savunmuştur. Süperego vicdani yanımızı temsil etmektedir. Freud süperego oluşumunun dolayısıyla da ahlak gelişiminin, ana hatlarıyla insan yaşamının ilk beş yılında tamamlandığını ve altı yaşından sonra önemli başka bir gelişmenin olmadığını belirtir. Davranışçı yaklaşım ise felsefe alanındaki boş levha öğretisine bağlı olarak bireyin doğuştan nötr olduğunu ve yaşantılarının onu ahlaklı veya ahlaksız biri yapacağını savunur. Bu noktada bireyin ahlaki davranışları öğrenmesinde pekiştireçlerin önemini vurgular ve ebeveynlerin çocuklarına uygulayacakları ödül-ceza sisteminin ahlaki gelişimin tamamlanması noktasında belirleyici konumda olduğunu savunur. Bu iki yaklaşımdan farklı olarak bilişsel yaklaşıma göre ahlak, zihinsel gelişim doğrultusunda gelişmektedir. Bilişsel yaklaşımın savunucularından Piaget ve Kohlberg ahlaki gelişimi evreler halinde açıklamıştır. Bu kısma kadar ele aldığımız çoğu yaklaşımı içinde barındıran bir takım evrelerden oluşan ve psikoloji alanında ahlaki gelişim konusunda en çok kabul görmüş kuramlardan biri olan Kohlberg’in ahlaki gelişim kuramı, Piaget’nin oluşturduğu iki evreli ahlaki gelişim kuramının daha kapsamlı bir versiyonudur. Piaget’nin kuramındaki ahlaki gelişim evreleri bireyin yaşa bağlı olarak geçireceği evreler şeklindedir. Bu evreler değişmez bir sırayla gider ve devinim ileriye dönüktür. Belirli bir yaştan sonra ise birey ahlaki gelişimini tamamlar. Kohlberg’in kuramında da evrelerin değişmez bir sıra ile gittiğini ve bu süreçte bir evreden başka bir evreye atlamanın olanaklı olmadığını görürüz. Fakat Piaget’den farklı olarak Kohlberg, bireysel farklılıklara göre evrelerin geçiş hızının farklı olabileceğini savunur. Yani bir evre belirli bir yaş grubundaki bireylerin tamamını ifade etmeyebilir, bazı gençler bazı yetişkinlerden daha yüksek bir evrede olabilir. Aynı zamanda Kohlberg ahlaki olgunluğa erişmenin Piaget’nin ifade ettiğinden daha uzun sürdüğünü savunmaktadır. Kohlberg’e göre ahlak, hak-haksızlık, doğru-yanlış, iyi-kötü konularında bilinçli yargılama ve karar vermeyi ve bu karar doğrultusunda davranışta bulunmayı kapsayan bilişsel bir yapıdır. Kohlberg bilişsel bir yetenek olarak yorumladığı ahlak olgusunun; bireyin kendisinin belirlediği ve aynı zamanda evrensel ilkelerle de örtüşebilecek düzeydeki ilkelere göre yargıda bulunması, kararlar alması ve bu doğrultuda davranabilmesi yeteneği olduğunu belirtir. Zihnin bir fonksiyonu olarak gördüğü ahlaki yargılama yeteneği, birbirini izleyen hiyerarşik evrelerden geçerek evrensel ahlak prensipleriyle uyumlu bir biçime ulaşarak son halini alır. Bireyin ahlaki gelişim sürecinde geçirdiği evrelerin her biri farklı felsefi yaklaşımlarla örtüşmektedir. Kohlberg kuramını oluştururken bireylere ahlaki ikilemler içeren durum hikayeleri sunarak bireylerin tepkilerini değerlendirmiştir. Bireylerin bu ikilemler karşısında buldukları çözümden ziyade çözüme varılırken izlenen akıl yürütme sürecine odaklanılmaktadır. İkilemler karşısında izlenen çözüm yolları üzerinden ahlaki gelişim evresi belirlenmektedir. Kuramın temelinde üç düzey evreden bahsedilmektedir.
1. Gelenek Öncesi Düzey
Bu dönemde birey iyi-kötü, doğru-yanlış gibi ahlaki yargıları, davranışların fiziksel sonuçlarına bakarak değerlendirmektedir. Birey daha somut yaşantılara sahip olmakla birlikte topluma daha dar bir bakış açısıyla bakmaktadır. Bu dönemde bireyin doğruya yönelmesinin başlıca nedenleri cezadan kaçma ve otoritenin isteğidir. Bu dönem kendi içerisinde iki ayrı evreye ayrılır.
1.1. İtaat/Bağımlı Ahlak Evresi
Bu evrede bireyin ahlaki eylemlerini ödül-ceza mekanizması belirlemektedir. Birey için cezadan kaçma esastır ve cezadan koruyan eylem onun için doğru olandır. Bu nedenle bu evrede kural bozmaktan kaçınmaya, kurallara sadece kural olduğu için uymaya ve eylemlerin kişiler üzerindeki fiziksel etkilerinden kaçınmaya yoğunlaşılmaktadır. Aynı zamanda olayların dış görünüşüne ve meydana gelen zararın büyüklüğüne bakarak karar verme görülmektedir.
1.2. Saf Çıkarcı Eğilim Evresi
Bu evrede birey hedonist yaklaşımla örtüşecek bir eğilim içerisindedir. Birey kendi ihtiyaçlarını tatmin etmek ister ve çıkarları ön plandadır. Bu nedenle doğru ya da iyi davranış kendisine haz veren davranıştır. Bu evredeki bir kişiye bir iş yaptırıldığında hemen onun karşılığını isteyecektir. Bu evreyi bu yönüyle “DeğişTokuş Ahlakı” veya “Al Gülüm-Ver Gülüm Ahlakı” olarak yorumlamak yanlış olmayacaktır. Pragmatik alışveriş kavramı; sevgi, bağlılık ve adalet kavramlarının önüne geçmektedir. Bunu takiben bireyler arasındaki anlaşma ve söz vermelere değer verilmektedir. Yani “Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez” yaklaşımıyla bireyler arası ilişkilere yön verilir. Bu evrede birey kurallara çıkarları ölçüsünde uyarken diğerlerinin de böyle yapacağını varsaymaktadır.
2. Geleneksel Düzey
Bu düzeyde çıkarcı bakış açısı yerini, grubun kurallarını tanımaya bırakmaktadır. Sorumluluk ve minnettarlık duyguları ağır basar. Birey bu evrede hem kurallara uyar hem de kuralları haklı görür, savunur ve onlara sadakat gösterir. Bu düzeydeki bireylerin, norm ve geleneklerin toplumu ayakta tutmak için gerekli olduğu anlayışına dayalı, geleneksel bir ahlaki muhakemeleri vardır.
2.1. İyi Bir İlişki İçin İyi Çocuk Evresi
Bu evredeki bireye göre bir davranışın doğru olması; bu davranış neticesinde ceza almayışına değil, bu davranışın yakın çevreyi memnun etmesine ve onlar tarafından takdir edilecek bir davranış olmasına bağlıdır. Grup tarafından dışlanmak ve ayıplanmak bu evredeki bireyin temel korkusudur. Gruba bağlılık ön plandadır. Bu evrede bireyler çıkarlarından çok ortak duygu, düşünce ve beklentiler doğrultusunda davranmaktadırlar. İyi olmak bu bireyler için; güven, sadakat, saygı, minnettarlık gibi karşılıklı ilişkileri muhafaza etmeyi ifade eder. Genel bir sosyal sistemden ziyade yakın çevre, akran grupları ya da ailenin bakış açısı önem arz etmektedir. Kendini başkasının yerine koyabilmenin, kendinin ve başkalarının duygularına dikkat etmenin ve grup içerisinde hoş karşılanmanın önemli olduğu bir evredir.
2.2. Yasa/Düzen Evresi
Bu evrede birey eylemlerini kuralları ve sosyal düzeni korumaya özen göstererek gerçekleştirir. Bu evreyle birlikte birey kuralları, hakları ve sorumlulukları benimsemektedir. Birey kendini toplumun bir ferdi olarak niteler ve ahlaklı olmayı, kişinin toplumsal sorumluluklarını yerine getirme durumuna göre değerlendirir. Bu evredeki bireye göre; kanun her şeyin üstündedir, kanun herkesi korur bu nedenle kanunları korumak gerekir. Mevcut düzene ve kurallara katı biçimde bağlılık söz konusudur. Burada otoriteye itaatten çok otoriteyi sürdürmek esastır. Kohlberg, yetişkinlerin çoğunun bu evrede olduğunun altını çizer.
Kohlberg’e göre gelenek öncesi ve geleneksel düzeyin ele aldığımız bu dört evresinde ahlaki olgunluk açısından eksiklik vardır. Bunun nedeni bireyin bu dört evre boyunca yargıda tam özerk olamayışıdır.
3. Gelenek Sonrası Düzey
Bu düzeye ulaşmış bireyler, geniş bir bakış açısına sahiptirler. Farklı sosyal grupların ve farklı değerlerin varlığının bilincindedirler. Bu nedenle tek çeşit bir kuralın ya da normun uygulanmasını reddederler.
3.1. Toplumsal Sözleşme Evresi
Bu aşamada birey yasalara sorgusuz itaat eğiliminden uzaklaşarak, adil olmayan yasaların değiştirilebileceği düşüncesine evrilir. Fakat adil olmayan bu yasaların değiştirilebilmesi için de demokratik süreçlerin işlemesi gerektiği anlayışı hakimdir. Bu noktada toplumla anlaşmaya varılan kurallar önemlidir fakat bu kurallar yine toplumun yararı için değiştirilebilir. Değerler ve kurallar eleştirel bir şekilde incelenir ve toplumca üzerlerinde anlaşılır. Bu anlaşmada oy çokluğundan ziyade oy birliği esas alınır.
3.2. Evrensel Ahlak Evresi
Bu evrede birey ahlaki ilkeleri kendisi seçip oluşturur. Bireyin herhangi bir yasayı adil bulmaması o yasaya uymaması için yeterli sebeptir. Çünkü artık bireyin kendi vicdanı ahlaki eylemlerine yön vermektedir. Vicdanlı ve adil olanı sağlamak uğruna yasalar göz ardı edilebilmektedir. Ahlaki gelişimin en son aşaması olan bu evrede bütün insanlığın uyması gereken evrensel ahlaki prensipler bulunmaktadır ve bu prensipler; insan haklarına, insana ve insan onuruna saygı içermektedir. Hümanist bir yaklaşımla hareket edilen bu evrenin Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mahatma Gandi ve Rahibe Teresa gibi kişilerin bulunduğu bir evre olduğunu söyleyebiliriz. Bu evredeki kişiler için bedeli ne olursa olsun önemli olan adaletin yerini bulmasıdır. Bu noktada tersine çevrilebilirlik (riversibility) ve evrenselleştirilebilirlik (universibility) kavramları ele alınmaktadır. Tersine çevrilebilirlik kavramı, hak ve görevlerin yer değiştirmesine dayanan mantıksal bir anlayışın simgesidir. Yani bir kimsenin hakkı diğerinin görevini belirtir, aynı şekilde bir kimsenin görevi de diğerinin hakkıyla ilişkilidir. Çelişkili durumlarda bu görünümle yani tersine çevrilebilirlik ile kendini başkasının yerine koyma süreci sağlanır ve adil, dengeli çözümlere ulaşılır. Evrenselleştirilebilirlik kavramı ise tersine çevirme yoluyla verilen kararın herkesçe paylaşılan ve benimsenen adalet anlayışına ulaşmasını ifade etmektedir.
Ahlaki prensip, evrensel bir seçim şeklidir. Bütün kültürlerin benzer durumlarda başvurmalarını isteyeceğimiz yoldur. Kohlberg’in kuramı bu yönüyle kültürel farkları küçümsemesi açısından eleştirilmiştir. Kohlberg’e göre ahlaki değerler açısından kültürel farklılıkları gözlemek mümkündür fakat genelde tüm toplumlarda insan hayatı değerlidir ve korunmalıdır fikri ağırlıktadır. Kohlberg’in çalışmalarına gelen eleştiriler neticesinde yeni yaklaşımlarda bulunulmuş olsa da temelde bu kuram kabul görmüştür. Hala daha ahlaki gelişim alanında en çok yararlanılan kuramlardan biri olma konumundadır.
Kaynakça
- Çam, Çavdar, Seydooğulları, Çok. “Ahlak Gelişimine Klasik ve Yeni Kuramsal Yaklaşımlar”. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri. 12.2 (2012)
- Çiftçi, Nermin. “Kohlberg’in Bilişsel Ahlak Gelişim Teorisi: Ahlak ve Demokrasi Eğitimi”. Değerler Eğitimi Dergisi. 1.1 (2003)
- Dağaşan, Osmanoğlu, Toksun. “Dede Korkut Hikayelerinin Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramına Göre İncelenmesi”. Avrasya Uluslarası Araştırma Dergisi. 5.11 (2017)
- Gülen. “Ahlak ve Gelişimi”. (2010)
- Sarıaslan, “Amen Filmindeki Riccardo Fontana Karakterinin Kohlberg’in Ahlak Gelişim Evreleri Açısından Değerlendirilmesi”. Ulakbilge. 4.8 (2016)