ADLER’E SELAM !

Adler Ve Bireysel Psikoloji Temalı Bir Söyleşi

Alfred Adler, benim tabirimle Adlercim, çoğumuzun eğitim hayatı boyunca talim ettiği ikinci isimdir. Çetrefilli kavgaları ile tanısak da onu çoğu zaman, bir gölge olmaksızın başlı başına bir duayendir Adler, haydi onu biraz inceleyelim!

Alfred Adler 7 Şubat 1870’te olay şehir Viyana yakınlarında bir köy olan Rudolfsheim’da doğdu. 4 erkek 2 kız çocuğa sahip olan ailenin ikinci bebeğiydi. Babası göçmen bir hububat tüccarı annesi ev hanımıydı.
Hasta bir çocuktu Adler, güçsüzdü, akademik hayatı da aynı paralellikteydi sağlığıyla. Bence kuramı buradan aldı temelini, çünkü Adler o yaşlarda karar vermişti doktor olmaya. Zaten hep böyle değil mi? Bir çocuk mahrum kaldıklarının peşinden koşar, koşarken büyür, yine de koşar.

Bir de aşağılık duygusu ve aşağılık kompleksi teorilerini de buraya bağlıyorum ben, yetersizlik duygusunun insana neler yaptırabileceğini deneyimlemiş olmalı. Bir güzel de iş çıkarmış buradan, en sevdiğim birileri kötü bir durumu harika bir şeye dönüştürebilen insanlar. Örnek şekil A: Adler.
Annesi hasta küçük Adler’ine gözü gibi baktı, ta ki yeni bir bebeği olana dek. Adler tahtından inmişti artık. Kısa sürmüştü ama bu hükümdarlık, hala annesine ihtiyacı vardı. Hasta Adler artık tek başınaydı, reddedilmişti ve buradan bir sav daha çıktı bence ortaya. Hatırladınız mı, ne demişti Adler? ‘’ Çocuğun sosyal ilgisi anne- çocuk ilişkisinde ortaya çıktığı için annenin görevi çocukla işbirliği, bağlılık ve yoldaşlık duygusu oluşturmaktır. Anne çocuğuna içten bir sevgi göstermelidir. Bunun yanında annenin eşine ve diğer çocuklarına ve diğer insanlara karşı sevgisi de çocuk için model teşkil eder.’’ Ki kesinlikle katılıyorum buna, ama Adler bizzat yaşayarak tescillemiş fikrimce, bazen şerler hayırlı gelir bilemezsiniz…

Sonra babası ön plana çıkmaya başladı Adler’in hayatında, onu okuldan almasını söyleyen öğretmenlerini dinlemedi babası, ona inandı sonuna kadar destek oldu ve gizli bir cevher olan Adler babasını gururlandırdı, Viyana Tıplıydı artık. Tekrar Adler’in kuramına, baba ile ilgili olan kısmına dem vurmak istiyorum. ‘’İdeal baba, çocuklarına değer veren ve onların bakımına anneyle eşit derecede katkıda bulunan babadır.’’ Adler babasının hayatına etkisinin farkındaydı, bence herkesin de bu etkiyi fark etmesini istedi, Freud’un anne hegemonyasına rağmen, babanın da anne kadar önemli olduğunu vurguladı. İhtiyaç olan bir vurguydu, sağ ol Adlercim.
Gelelim doğum sırasına, sıra dışı bir savdı bu değil mi? Doğum sıranıza bakarak, bazı problemler yaşayabileceğinize dem vurmuştu Adler, bu kaçınılmaz bir kader değildi tabii ki, yumuşaktı Adler bu konuda, belki de ben yandım eller yanmasın, her şey kontrolüm altında, normalsiniz de demek istemiş olabilir, bilemedim… Ne mi diyorum? Gelin bakalım bakalım Adler kendi gibi olan ikinci çocuklar hakkında ne demiş. ‘’ İkinci çocuk sürekli bir yarış içindedir, bir iki adım ötesinde geçmesi gereken birileri olduğunu ve acele edip geçmesi gerektiğini hisseder. Bu durumun sonucu olarak ikinci çocuklar oldukça yarışmacı ve hırslı olma eğiliminde olacaklardır.’’ Gel gelelim Adler’in hayatına, Adler ikinci çocuk demiştik, abisi Sigmund – ki bu isme de daha sonra bir parantez açacağım- Adler’in aksine çok güçlü, sağlıklı bir çocuktu. Aile tarafından seviliyordu, Adler çocukluğu boyunca bu güçlü rakiple yarış halindeydi. Düştü mü jeton? Tesadüf olamaz herhalde. Ya da bana mı hayatından kopup gelmiş gibi geldi acaba?
Ağabey Sigmund demiştik, bu konuda kendi kendime çok garip iddialarda bulunmak istiyorum bazı dayanaksız araştırmaları da kullanarak. Bir araştırmaya göre, kanımızın sebepsiz ısınmadığı kişileri, hayatımızda hiç güzel anılara sahip olmayan kişilerle bağdaştırıyormuşuz. Kanımızın ısınmama sebebi buymuş, şimdi düşünüyorum, bir Sigmund daha giriyor hayatınıza, yine sizden büyük, güçlü, herkes onu seviyor. Bir de bakıyorsunuz ki bu Sigmund sizi kendi evinde düzenlediği toplantıların birine çağırıyor, aman Yarabbi, hoş geldin abi sevgisi! Önemli hissediyorsunuz, abinizin gözünde ilk defa üstünsünüz. Hasta ya da zavallı değil, güçlüsünüz. Sonra gel zaman git zaman abinizin düşüncelerinden daha iyi düşünceleriniz olduğunu fark ediyorsunuz, abiden daha iyi olma fırsatı gelmişken ve düşünceleriniz kendinize göre çok doğru ve güzelken neden abinin himayesinde olasınız ki artık? Gitmek istiyorsunuz kendi yolunuza, abiniz çok kızıyor, siz de ona kızıyorsunuz, çocukluktaki tüm öfke ikinci abiye gidiyor, İkinci abi zaten meyilli…
Evet, tüm sırrı bozdum bence aynen böyle oldu. Bu da benim kuramım dermişim. Şaka bir yana bana mantıklı geldi, ya da parçalar birbirine uymaya meyilliydi ben de yazıverdim bir öykü. Kim bilir?
İşte böyle, Adler’in kuramını hayatına kendimce böyle bağladım, fakat hayatıyla ilişkili olmadığı halde de harika keşifler yaptı Adler, aman Adlercim hayatından kopyala yapıştır yapmış gitmiş diye düşünülmesin, başta da dedim ya, Adler bir duayendir bir başyapıttır başlı başına. Özellikle hiç kardeşi olmayan çocuklar hakkındaki görüşleri benim en çok hayranlık duyduğum görüşlerinden biri, ya hu be adam! Sen 6 kardeşsin, nereden biliyorsun bunları?
İşte böyle, bir hasbihalin de sonuna geldik, ne diyorduk?
Uzun lafın bal yesin kısası;
İyi ki Adler! Seni seviyoruz…

Beyza KOCAASLAN
Beyza KOCAASLAN

Yazı yazmak benim için farklı bir dünyaya adım atmak demek, okumak da bu dünyaya bir ayak bizi bırakmak demek. Her ayak izi bu dünyayı güzelleştirecek Dünyamıza hoş geldiniz!