4.UPÖY ZİRVE DEĞERLENDİRMESİ

Ulusal PDR Öğrencileri Yapılanması olarak yeni bir dönemi kucaklamış bulunmaktayız. Her sene gerçekleştirdiğimiz ve her daim aynı heyecanla karşıladığımız, imza etkinliklerimizden olan Upöy Zirvesini online olarak gerçekleştirdik. Bizler Yazı İşleri ve Bilimsel Araştırmalar Birimi olarak pozitif enerjiyle dolarken aynı zamanda bilgilerimize zenginlik katma şansı yakaladık ve sonra düşündük ki güzel kalpler de bizlerle aynı duyguları yaşasın. Bu düşünceyle yola çıkarak üç değerli birim üyemizin etkin çalışmaları sonucunda sizler için zirvedeki eğitimlerimize farklı açılardan bakmayı sağlamayı, genel olarak nasıl kazanımlar elde ettiğimizi göstermeyi amaçladığımız bir zirve değerlendirmesi hazırladık. İyi okumalar dileriz.

1. Pozitif Psikoterapi ( Dr. Öğr. Üyesi Ümit SARHANÇ)

Pozitif Psikoterapi, 1968’den beri Klinik gözlem ve müdahalelerin bir sonucu olarak kültürlerarası bir düşünce olarak ortaya çıkmıştır. Ümit Hoca’nın da dediği gibi Pozitif Psikoloji ve Pozitif Psikoterapi aynı şeyler değil, sadece onun şemsiyesi altında değerlendirilmektedir. Hikayeler, atasözleri ve metaforlar kullanan bu terapi; depresyon, kaygı, fobik reaksiyonlar, öğrenme bozuklukları gibi birçok problem için anahtar görevi görüyor. İnsanın 4 yaşam alanında denge kurulmasını amaçlayan Pozitif Psikoterapi, insanın doğuştan boş bir levha olmadığını savunuyor. Bu 4 yaşam alanı ise:

  • Vücut, beden ve duyumlar
  • Hayal, maneviyat
  • İlişkiler
  • İş ve başarı

Bu yaşam alanlarında meydana gelen çatışmaları çözmede gözlem ve envanterlerin sonucunda durumsal cesaretlendirmeler yaparak kişinin kendisi ve problemi arasına fark koyup kendi kendine yardım etmesi amaçlanıyor.

2. Postmodernizm Penceresinden Pandemi ( Uzm. Psk. Kerem GÜMÜŞ)

II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Postmodern Terapi, sorunların insanın bir parçası olduğunu ve “Kişi problem değildir, problemin kendisi problemdir.” düşüncesini savunmaktadır. Sosyal-Yapısalcı Kuram, Çözüm Odaklı Terapi ve Öyküsel Terapi yaklaşımları ışığında; öfke kontrolü (pandemiyle birlikte artmış olabilir.) , kayıp ve yas sürecindeki çocuklar, travmatik yaşam olayları, öğrenme güçlüğü, otizm gibi konularda rol üstleniyor. Mutlak bir gerçeğin olmadığını ilke edinen Postmodern Terapi, etkin olarak bazı metotlar kullanıyor:  sorun tespiti, probleme isim koyma, baskın hikâyeler, dışsallaştırma, çözüm becerisi, tanık desteği, taraf seçme, sonlandırma.  Terapistler bu metotlar yardımıyla, bireylerin anlam inşasının sürekli bir parçası haline geliyor.

 Bizler de danışanlarımızın anlam inşa etmelerinde, en önemlisi de problemlerini dışsallaştırmalarında büyük görev üstlenen psikolojik danışmanlar olmayı kendimize amaç edinmeliyiz…

3. Kabul ve Kararlılık Terapisi ( Dr. Öğr. Üyesi Gökçen AYDIN)

Üçüncü Dalga Bilişsel Davranışçı Yaklaşımlar ve İşlevsel Bağlamcılık kapsamında yer alan Kabul ve Kararlılık Terapisi, var olan probleme çözüm aramaz, problemi kabul edip bakış açısını değiştirmeye çalışır. Buradaki asıl amaç, “Psikolojik Esneklik” sağlamaktır. Bir durumu; olumlu-olumsuz duygularımızı deneyimleyerek, kabul ederek, kendimizi gözlemleyerek ve kararlı adım atarak gerçekleştirebileceğimizi savunur. Metafor kullanmak, terapideki en etkili yollardan birisidir.  KKT’de bilinçli farkındalık en önemli beceri olduğu için özellikle bizlerin “Ne yapılmalı?” sorusuna cevaplar sunar. Bu cevaplar şu şekildedir:

  • Kendini iyi hissetmeye zorlama,
  • Acıya kulak ver,
  • Aklına teşekkür et,
  • İlgini fiziksel olarak değiştir! Aklını değil, yerini değiştir,
  • Düşünceye sahip ol, o sen olma,
  • Duyguyu isimlendir, bastırma…

Aslında bu cevaplar benimsendiği takdirde olası sorunlarımıza etkili çözüm yollarını bulmak için doğru adımlar atmış oluyoruz.

4.Uygulamalarla Ergenlerde Öz Şefkat ( Uzm. Psk. Dan. Musa YILDIRIM)

Ergenler, bağımlılık, intihar, erken cinsellik, okul terki gibi problemler yaşadığında, acı duyduğunda ve yetersiz hissettiğinde öz şefkat yardımına koşar ve der ki: “ Kendini sev, anın farkında ol ve acının insanın bir parçası olduğunu kabul et. Öz şefkati yüksek olan birey kendini yargılamaz, yaşam ve ihtiyaç doyumu içindedir, kendini kabul etmiştir ve benlik saygısı yüksektir. Düşük olduğunda ise depresyon, anksiyete, ruminasyon ve öfke yaşar.           

Musa Hoca, ergenlerde öz şefkati yükseltmede “Öz Bakım Listesi Oluşturma” ve “Arkadaşına Nasıl Davranıyorsun?” etkinliklerini bize önerdi. İki etkinlik, öz-şefkat molası ve mindfulness temelli bir içe bakış şeklindeydi. Kendimize uzaktan baktığımızda, zorluklarla mücadele ederken ve öz sevecenlik geliştirmek için bedenimize odaklanmamız gerektiğini bir kez daha görmüş olduk.

5. Okul Öncesi Dönemde Çocuk Olmak ( Doç. Dr. Mehmet KANAK)

Gelişim dönemlerini düşündüğümüzde çocuklar, iki yaşından itibaren hayatı keşfetmeyi öğrenirler. Üç yaşına geldiklerinde ebeveynleri ve toplum tarafından kısıtlamalar başlar. Dört yaşında dil gelişimleri hızlanır ve özgüvenleri geliştiği için benmerkezci olurlar. Beş yaşında benmerkezcilikten ayrılmaya başlarlar. Çocuklar affedebilir ama unutmazlar! Seksen yaşına geldiklerinde bile hala çocukluktan kalma unutulmamış olaylarla mücadele etmek zorunda kalırlar. Altı yaşında ise gerçek dünyayla tanışmak için adım atmış olurlar.

 Ebeveynlerin bu gelişim dönemlerinin tümünde çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmeleri çok önemlidir. Girişimci çocuk yetiştirme modeli isteniyorsa; sürekli kontrol eden, gözetleyen ebeveyn olmamak gerekir. “Çocuklar bir tarla gibidir, bu tarlaya ne ekersen o çıkar!”

6. Okula Psikolojik Adaptasyon Programı ( Dr. Öğr. Üyesi Mehmet ŞAKİROĞLU)

Okula adapte olamamak; alışveriş ve teknoloji bağımlılıkları, depresyon, anksiyete, obezite şikâyetlerine neden olur. Bu yüzden kapsamlı oryantasyon programı gerekir. 2017’den beri uygulanan ve hala uygulanmaya devam edip araştırılan OPAP; üniversite, kolej, okul öncesi öğrencileri için okula psikolojik/duygusal adaptasyon programıdır. Akademik, sosyal, psikolojik/duygusal ve kurumsal uyum olarak dört boyutu vardır.

 Şimdiye kadar yapılan oryantasyon programları eğlenceli ama faydalı değildi, revize edilmesi gerekiyordu. OPAP’ta bu hedeflendi ve dört aşamadan oluşan program şu şekilde hazırlandı:

1) Kim daha iyi adapte olmuş? (Araştırılıp tespit edilmesi)

2) Programın hazırlanması

3) Programın 1. sınıf öğrencilerine uygulanması (Altı saat sürüyor.)

4) Programın etkililik analizleri (Uygulamaya katılan öğrenciler altı ay sonra gözlemlendiğinde daha iyi adaptasyon gösterdiği görüldü.)    

7. Sevginin Psikolojisi ( Doç. Dr. Gürkan ERGEN)

Sevgi en temel varlıksal ve yaşamsal ihtiyaçtır. Hiç şüphesiz ruhsal durumun belirleyicisidir. Gürkan Hoca ile birlikte psikolojinin temel yapı taşı olan sevgiyi Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi ‘ne göre inceleme fırsatı bulduk. Sevgiye hiyerarşik düzene göre bakacak olursak:

  • İhtiyaçlar hiyerarşisinin ilk basamağı fiziksel ihtiyaçlardır. Bebekler üzerinde yapılan bir deneyde fiziksel ihtiyaçlar karşılanmış, ancak onlarla hiçbir temasta bulunulmamıştır. Bebekler iki ay sonra neredeyse hayatlarına kaybedecek duruma gelince deney sonlandırılmıştır. Anlaşıldığı üzere sadece fiziksel ihtiyaçların giderilmesi yeterli olmayabiliyor, sevgiye ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaçlar sevgiyle giderilirse birey sonraki basamağa geçebiliyor.
  • İkinci basamak ise güvenlik ihtiyacı yani emniyette olmadır. Bireyin güvende hissetmesi için güven duyması gerekir. Temel güvenin olmadığı yerde güvende hissedemeyiz. Temel güvenin ön koşulu sevgi ve şefkattir.
  • Üçüncü basamak olan ait olma basamağı yine sevgi ile mümkündür. Birey sevdiği ve sevildiği yere ait hisseder.
  • Değer ihtiyaçları yani saygı-saygınlık dördüncü basamaktır ve bu basamak yalnızca ontolojik saygıyla mümkündür.  Varlığınıza duyulan bu saygı; nezaket kuralı ve toplumsal kurallarla oluşmaz, sevgi ve şefkatin ürünüdür.
  • Son basamak ise kendini gerçekleştirme basamağıdır. Birey bu basamağa sevgi olmadan gelemez. Zaten sevgiyle bağı olmayan bir birey kendini gerçekleştiremez.

Özetle, insan dediğimiz canlı her zaman sevgiye ihtiyaç duyar. Sevgiyle hisseder, sevgiyle yaşarız. Sevgiyle varız. Sevgiyi her an fark edebilir, her an fark ettirebiliriz. Yeter ki sevmekten korkmayalım…

8. Müzik ve Psikoloji ( Müzisyen & Uzm. Psk. Dan. Asena AKAN)

Aslında hepimiz beden olarak vurmalı enstrümanlarız. Çünkü bizler bedensel olarak içsel bir ritimle var olduk. (Kalp atışlarımız) Müziğe psikoloji açısından yaklaştığımızda çok etkili bir malzeme olduğunu fark ediyoruz. Mesela sözel iletişimde sıkıntı yaşayan bir danışanla seslerle yani müzik aletleriyle iletişime geçmemiz gerekebiliyor. Bu noktada Asena Hoca’nın danışanıyla yaşadığı bir duruma değinmek istiyorum:

“ Altı yaşında otizmli bir danışanım vardı. Beş seans boyunca müziksel patenler ve kılıflarla iletişim kurmaya çalıştım. Fakat çocuk kayda değer bir dönüt vermiyordu bana. Altıncı seansımızda sessiz kalmaya karar verdim. Sadece gözlem yapıyorsunuz. Danışanım on dakika boyunca arada bana kaçamak bakışlar atarak müzik aletleriyle ilgilendi. Sonra enteresan bir şey oldu. Koşarak geldi ve yanağımdan makas aldı. Bu adeta “Ne oldun sen ya, sesin çıkmıyor.” demekti. Daha sonra bize sözlerini oluşturduğu şarkılar söylemeye başladı.”

Evet, aslında bu durumda sessizliğin de müziğin bir parçası olduğunu fark ettik. Bazen sessizlik en iyi iletişim yolu olabiliyor. Aynı zamanda sağlık açısından da müziğin kullanıldığı birçok alan var. (Nöroterapi, fizyoterapi gibi) Bizler ise psikolojik danışman olarak seanslarımızda tüm sanatsal malzemelerimizi kullanarak fark yaratma çabasında olmalıyız.

9.En Uzun Yollar Bir Adımla Başlar ( Prof. Dr. Bilge Uzun)

Hayatı anlamlandırmak, anı yaşamak… Bu kavramları araştıran ve uzmanlığını mindfulness yani fark’andalık alanında yapan Bilge Hoca, bu kavramı toplumun her kesimine ulaştırabilmek amacıyla alanında aldığı tüm eğitimleri tek bir kitapta birleştirmeye karar vermiş. Kitap, “Niyetiniz nedir?” sorusuyla yani niyet egzersizleriyle başlıyor. Eğitimde yaptığımız küçük niyet egzersizimizi sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Önce hayata karşı beden duruşumuzu değiştirelim, dik duralım, ayaklarımız yere bassın ve derin bir nefes alalım. İsterseniz gözlerinizi kapatın. Şu an zaman makinesindesiniz ve aldığınız her nefesle bir yerlere gideceksiniz. Şimdi beş sene sonraya gittiniz. Kendinize uzaktan bakın, hissedin. Şimdi derin bir nefesle bir on sene sonraya gidelim. Her şey değişmiş, değişmeyen tek şey sizsiniz. Şimdi niyet edin. En uzun yollar tek bir adımla başlar. On sene sonraya bir niyet dileyin.”

Egzersizde de gördüğünüz gibi her şey hayal etmekle başlıyor. Hayal ettiğimizde ruhumuz ve bedenimiz bizimle birlikte hareket ediyor. Biz isteyelim ki bu istek doğrultusunda bedenimiz bizimle birlikte yol alsın.

10.Endüstri Psikolojisi ( Prof. Dr. Kamil ORHAN)

Çalışanların psikolojisi ve sanayiyle ortak ilgilenen bir alan dediğimizde endüstri psikolojisi karşımıza çıkıyor. Amerika’nın kapitalist ortamında ortaya çıkan endüstri psikolojisi, bir anlamda insan kaynakları birimiyle iç içe bir konumda yer alıyor. Şirketlerin insan kaynakları birimleri, çalışanların performanslarını nitelendirmeye ve arttırmaya yönelik uygulamalar gerçekleştiriyorlar. ( Performans değerlendirme raporları gibi) Bu uygulamalar sırasında endüstri psikolojisinin yani bu alandaki yetkin kişilerin devreye girmesi gerekiyor. Şu şekilde düşünelim insan kaynakları birimlerinin başında psikososyal alanlarda uzman olan kişiler olursa insan hassasiyeti daha etkin bir şekilde sağlanmış olacaktır. Tabi ki başka meslek gruplarındaki kişiler de bu birimlerin başında olabilir fakat bu uygulamaların etik kurallara dikkat edilerek yapılması gerekiyor. Bu nedenle burada şu şekilde bir soru ortaya çıkıyor: Bizler insan kaynakları birimleriyle neden çalışmayalım?

Bizler bu alanda olmadığımızda başka bireyler bizlerin yerini alıyor ve gerekli uygulamalar psikolojik süreçler bakımından bilinçli bir şekilde yapılmadığı takdirde insan sömürüleri ortaya çıkabiliyor. Hayat boyu bu sömürülerin önüne geçme amacında olmalıyız.

11.Havacılık Psikolojisi ( Psk. Mehmet Ali ERKUŞ)

Havacılık, insanoğlunun tutkusuyla başlıyor. Her insanın içinde bir dönem de olsa uçma isteği olmuştur. Bu durumlar doğrultusunda uçan araçlar yapılmıştır. Fakat bu araçlar insan fizyolojisi ve psikolojisi üzerinde olumsuz etkiler yaratmış ve havacılık psikolojisi ortaya çıkmıştır. Havacılık psikolojisiyle ilgilenen uzmanlar insan kaynakları sürecinde yer almaktadır. Havacılık alanında çalışan kişilerde ekip kaynak yönetimi (CRM), liderlik ruhu, takım çalışması, durumsal farkındalık gibi vasıfların yer alması sürecinde havacılık psikologları devreye girmektedir. Havacılık psikologları sosyal beceri kazandırma, klinik çalışmalar, uçak korkusu, kaza sonrası travma gibi konular üzerinde çalışmaktadırlar ve pilotlara 1-2 yılda bir psikolojik analiz uygularlar. Bu alanın ne denli önemli olduğunu yaşanan iki uçak kazasına değinerek vurgulamak istiyorum:

  • 29 Aralık 1994 tarihinde Türk Hava Yolları’nın Ankara’dan kalkan uçağı hava şartlarından dolayı bir türlü Van’a iniş yapamıyor. İki kere piste iniş yapılmaya çalışılmasına rağmen başarısız olununca eve dönüş sendromu etkisinde olan pilot, uyarıları ve önerileri dikkate almayarak üçüncü kez piste iniş yapmayı deniyor ve uçak yere çakılıyor. Uçakta bulunan 76 kişiden 57 si hayatını kaybediyor.
  • 24 Mart 2015 tarihinde Germanwings’in Barselona’dan kalkan uçağında ikinci kaptan, uçağın Alp Dağlarına çakılmasına sebep oluyor. Kazadan sonra ikinci kaptanın ağır depresyon geçirdiği, birçok terapi aldığı ve uzmanların bu durumu çalıştığı şirkete bildirmesi gerektiğini söyledikleri ortaya çıkıyor. Fakat pilot, bu durumu dikkate almıyor ve birinci kaptanın görev yerinden ayrıldığı esnada uçağı otomatik pilottan çıkararak kasıtlı bir şekilde düşürüyor. Uçakta bulunan 150 kişinin hepsi hayatını kaybediyor.

12.Kariyer Planlama ve Girişimcilik ( Psk. Arınç SÖNMEZ)

Son zamanlarda sıklıkla kariyer planlama ve girişimcilik kavramlarıyla karşılaşıyoruz. Aslında bu kavramların hareket noktasını tamamen motivasyonlarımız oluşturuyor. Bu noktada önemli bir kısım var: Motive kaynakları geçmiş yaşantılardan etkilenerek ilerliyor. Mesela çocuk esirgeme yurdunda büyüyen bir birey ileride kendi travmatik olayının önüne geçebilmek için çocuk ilişkilerini temel alan kurumlarla çalışmayı kendine hedef edinebiliyor. Çoğu zaman bizlere gerekli imkân ve fırsatların verilmediğini düşünür ve bu durumdan yakınırız.  Aslında yoksun olduğumuz bu durum kendi imkân ve fırsatlarımızı yaratmamıza sebep olabilir. Sanıldığının aksine bir işe yönelik adım atarken elimizde çok güçlü bir maddesel kaynağın olmasına gerek yoktur. Kariyer planlama ve girişimcilik; problem çözme hedefi doğrultusunda, üretme isteğiyle, eldeki kaynakla yetinerek yola çıkmaktır. Önemli olan doğru yerde var olan etkin motivasyondur.

13. Göçmenlerde Yılmazlık ( Arş. Gör. Özgür Osman DEMİR)

Yılmazlık, tekrar ayağa kalkma sürecidir. Bu süreç birbiriyle ilişkili olan risk faktörleri, koruyucu faktörler ve bu iki faktörün etkisi olan olumlu sonuçlar olmak üzere üç aşamadan oluşur. Yılmazlıkta önemli olan bireyin karşılaştığı durumları fenomenolojik olarak nasıl algıladığıdır. Bu durumu göçmen öğrencilerin sözleri üzerinden inceleyelim:

  • Dil ile ilgili risk faktörü yaşayan bir birey: “Türkiye’ye ilk geldiğim günün sabahında ekmek almak için bakkala gittiğimde o an yabancı bir yerde olduğumu anladım. Ekmeği elimle gösterebildim. Sonrasında yoğurt da alacaktım ama anlatamadım. Sinirlendim ve çıktım.”
  • Ev sahibi toplum koruyucu faktörüyle karşılaşan bir birey: “Adam gibi adam bir arkadaşım bana çok yardımcı oldu. Bursa’ya gittim, orada onların inşaat şirketleri var. Babası beni de oğlu gibi gördü, babası çok iyi.”

Özellikle okullarda göçmen öğrencilerin etkileşim süreçleri için sosyal etkinlikler ( Öğrenci eşlemesi: Türk öğrenci-Suriyeli öğrenci) uygulayabilir ve ayrıca öğrenciye yönelik kariyer hedefleri oluşturabiliriz.

14. Evlilik ve Aile Sistemleri (Dr. Psk. Dan. Turgut TÜRKDOĞAN)

Aile; biyolojik, tarihsel ve sosyal bağlarla birbirine bağlı bir yapıdır. Günümüzde gittikçe ailesel sistemlerin bozulduğunu görüyoruz. Bu durumun temel sebebi genellikle ebeveynler arasında yaşanan çatışmalardır. Bu çatışmalarda arada en çok yıpranan, ezilen çocuklar olur. Ezilen çocuk hayatının her alanında yavaş yavaş sorunlar yaşamaya başlar, çünkü hayatı yanlış yönlerden görüyordur. Çocuğun yaşadığı bu sorunlar maalesef ebeveynler arasındaki sorun bitmeden çözülemeyecektir. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz.” sözü üzerinden Turgut Hoca’nın bahsettiği bir konuya değinmek istiyorum:

“ Türk kültüründe çoğu kayınvalide gelinini sevmez. Şu şekilde düşünün orta düzey eğitime sahip bir kadın; birey, eş ve ebeveyn olmak üzere yumurta dolu üç sepet taşır omuzlarında. Bu sepetlerdeki yumurtaları da nitelik olarak düşünürsek bu kadının birey ve eş sepetlerinde çok az yumurta varken, ebeveyn sepetinde sepetin ağzına kadar dolu yumurta vardır. Bahsettiğimiz kişinin bu şekilde sepetleri var ve dışarıdan biri, ebeveyn sepetine yaklaşmaya ve o sepete müdahale etmeye çalışıyor. Yıllardır o sepeti taşıyan kadın ise tüm niteliğini ebeveyn sepetine doldurmuş, varlığını o sepete borçlu. Eğer o sepeti başka birine verirse ne olur? Hayatını başka birine vermiş olur. İşte bu yüzden kayınvalideler gelinlerine karşı ön yargılıdır. Bunun en temel nedeni ise ailesel sistemlerin düzensizliğinden kaynaklanmaktadır.”

Sude ÇETİNKAYA
Sude ÇETİNKAYA

Bazen duygularımızı ifade edemediğimiz, âdeta deli gibi bağırmak istediğimiz fakat sesimizi bile çıkaramadığımız zamanlarla karşılaşırız. Halbuki hiçbir engelimiz de yoktur ortada. Ben böyle zamanlarda içimdeki duyguları kağıda dökmeyi  seçtim. Yazmak, bizlere bahşedilen öyle mucizevi bir şey ki… Şu şekilde ifade etmek istiyorum sizlere: Önce uzun süredir nefes alamadığınızı  ve ardından bir anda derin derin nefes aldığınızı düşünün. Yazmak da böyle bir şeydir. Beni hayatın zorluklarından, sıkıcı rutinlerinden çıkartan, bana canlılık katan, benliğimi bulmamı sağlayan, kendimi keşfettiğim bir alan…

Simge EKİLDİ
Simge EKİLDİ

Çoğu zaman hislerimizi, düşüncelerimizi nasıl kontrol edeceğiz diye düşünürüz. Ben bu düşünce doğrultusunda dergilerle ilgilenmeye başladım. Dergi yazıları arasında bazen kendimi gördüm ,bazen de dergideki yazıyı sorgularken buldum kendimi. Bu süreçten sonra da yazmaya başladım. Hislerimi kâğıda dökerken bütün evren aydınlandı adeta, benim için her şey yenilenmiş gibi sanki…

Şeyma Nur DEMİR
Şeyma Nur DEMİR

Okuyarak ve yazarak büyüyen, büyüdükçe özgürleşen, özgürleştikçe var olabilen bir Şeyma…UPÖY, her geçen yıl dostlarımın artarak beni büyüttüğü bir aile. UPÖY varsa özgürlük var, samimiyet var; İYİ Kİ VAR!